Galatasaray’da Değişim Rüzgarı!!!

Ağustos 14, 2010, 11:14 pm | Futbol, Galatasaray, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | 6 Yorum

Geçen sezonun ilk 3-5 maçı güzel bir şekilde geçti. Yapılan transferler ve teknik direktörün namının verdiği rüzgar ile o şekilde olması da normaldi. Aynı durum şu an için Beşiktaş’ta mevcut. Bu rüzgar yavaş yavaş dinmeye başladı daha sonra. Görüldü ki takım, rakip eğer azıcık dirençli olursa öne geçse bile skoru koruyamama hastalığına yakalanmıştı. Daha da önemlisi öne geçtiği maçlarda skor üstünlüğünden sonra orta sahayı rakibe bırakma ve geriye çekilme özelliği başladı. Bunun Rijkaard tarafından söylenmediği kesin. Ancak saha içerisinde üzerine Galatasaray forması olan oyuncularda kendine güvensizlik başlamışsa olay buna dönüşür ki dönüştü. Zaten ligde üç büyüklere karşı oynayan takımlar azıcık topla oynamaya başladı mı gerisi geliyordu. Olabilir dendi o zamanlar ara transfer döneminde bu sorunun giderileceği düşünüldü. Ligin ikinci yarısı başladı fakat değişen fazla birşey olmadı. Yine taraftar skor olarak önde giden maçlarda bile acaba ne zaman gol yiyeceğiz diye bekler oldu. Ama takımın başında Rijkaard’ın olması tepkileri engelledi her zaman. Ama nedense takım bir türlü topu hakimiyeti altına alamadı öne geçtiği maçlarda ki denilen her zaman Galatasaray’ın maç alabilmesi için en az iki gol atması gerektiğiydi. Öne geçince gol yememe üzerine değişen taktik devam ettirildi sezon sonuna kadar ve sezonun bitmesine 3-5 hafta kala ringin orta yerine havluyu attı Galatasaray. Taraftar iyimserliğini korudu yine. Çünkü yalan yok beklenmeyen aşırı derecedeki sakatlık haberleri belini büktü kulübün ki sezon başladığında en alternatifli kadro olarak bahsediliyordu. Geçtim ligi, sorun takım içerisindeki oyuncuların ya da oyuncu mentalitesinin kesinlikle Galatasaraylılık ruhuna uymayışıydı. Orta sahanın ortasındakiler ne kadar iyi niyetli olarak oynasalar da mentalite olarak Galatasaraylı değillerdi. Her neyse sezon bitti, yeni sezon yeni umut dendi. Özellikle takımın eksik olan bu yönünün giderileceği transferler yapılır diye beklendi. Ama transfer komitesinin başında öyle bir adam vardı ki, “gelin Ronaldinho’yu size 1 milyon euro’ya verelim” deseler “yok 500 bin euro olsun” kafa yapısında olan bir adamdı. Cana, Pino ve bilimum Türk oyuncu alındıktan sonra tek soru yine bu futbolcuların Galatasaray forması giyecek kafa yapısına sahip olup olmadığıydı. Üstüne bir de Haldun Üstünel’in yaptığı transferleri birer birer göndermeye başlandı. Harry ne kadar profesyonel olsa da forma numarasının başka futbolcuya verilmesi nedeniyle sükutu hayale uğradı. Harry oynarsa sadece taraftar için oynayacaktır o kesin bundan sonra. Daha en başında OFK maçında yukarıdaki anlattığım açıdan bir arpa boyu yol alınamadığı yine belli oldu. Sahada yine oyun yok, yine sistem yok, sadece Arda’ya bırakılmış bir oyun var. O zaman geçen sezona göre pozitif anlamda değişen ne? 5-1 lik OFK maçında Galatasaray’ın oyununu, sistemini farklı skora rağmen ben anlamadım. Anlayan varsa helal olsun. Bu sezon taraftar yine maç bitene kadar tüm duaları edecek gibi görünüyor.

Rijkaard da maç içerisinde yaptığı veya zamanında yapmadığı değişiklikler açısından iyi düşünmesi gerekir. Ama asıl şapkasını önüne koyması gereken Adnan Polat yönetimidir. Yönetim, planını nasıl yaptı bilmiyorum ama amaç eğer az maliyet ile kadro kurmak ise M. Topal’ı 5 milyon euro’ya satıp, Cana’yı 4.5 milyon euro’ya satın almak bu planlamayı baştan baltalamaktır. Üstüne bir de halen daha transfer yapılacak sözleri de ilginç. Bu saatten sonra alınan oyuncu takıma uyana kadar ilk yarı biter. Bıraksınlar bu lafları, eldekilerin iyi hazırlanmasını sağlasınlar. Baptista’ymış, Ledesma’ymış, hatta hatta Rosicki’ymiş. Geçiniz efendim bu saatten sonra hangi kulüp elindeki iyi oyuncuyu bırakır? Alınanlar da bir işe yaramaz.

Fenerbahçe Geçen Sezon Başarılı mıydı Yoksa Başarısız mı?

Temmuz 18, 2010, 6:27 pm | Fenerbahçe, Futbol, ozhano, Sıkıntı, TSL kategorisinde yayınlandı | 1 Yorum

Şu Daum alem bir adam doğrusu. Fenerbahçe ile ilişkisi kalmadı ama bir türlü kulübün yakasından düşmüyor. Belki de o çok söylediği kendini Türk gibi hissetmesinden dolayı konuşmaktan çekinmiyor olabilir. Diğer bir düşünce de, Aykut geldiğinden beri kendisini göndermek istediğini düşündüğü ve parasal anlamda ters düştüğü yönetimi ve ayağını kaydıran Aykut Kocaman’ı zor durumda bırakmak olabilir. Herhalde Türkiye’de hangi takımlı olursa olsun hiçbir futbolsever Daum’un safiyane duygular ile böyle açıklamalar yaptığını düşünmüyordur. Boşuna yolların ayrılması için yapılan görüşmeler esnasında yönetim Daum’u fesihnameye omertayı koymaya zorlamamış. Ama kabul etmedi Herr Daum. Eh herhalde Daum’u en iyi tanıyan ve bu şekilde hareket edeceğini bilen yönetimin ta kendisidir ve açıkçası bekledikleri gibi oldu. Daum, gitti Miniatürk’e Aykut Kocaman benim ayağımı kaydırdı türünden açıklamalar yaptı. O zaman Fenerbahçe yönetimsel bazda herhangi bir açıklama yapmadı, gerek duymadı, konuşur, konuşur, susar dedi. Artık ne düşündülerse kaale almamışlardı. Köln ile oynanan hazırlık maçında Herr Daum yine başroldeydi. Komik değil mi, iki takım karşılaşıyor, takımlardan birini başarıya ulaştırmışsınız, diğerinde ise başarısız olduğun görüşü çoğunlukta ve şeref misafiri olarak davet ediliyorsun. Tam Daum’un oyununu devam ettirmesi için muhteşem bir ortamdı ve kaçırmadı tabiki. Yine Fenerbahçe yönetimini kendisine şampiyonluk yolunda köstek olduğundan, aslında ligde başarılı olduğundan, son maçta olanların talihsizlik olduğundan falan bahsetti. Yani bilinen Daum. Artık zaten Türkiye’de açıklmalarının da fazla bir etkisi kalmadı hatta sıfırlandı.

Ama iş bu açıklamadan sonra başladı. Yönetim bana göre hiç kaale almaması gerekirken gitti Daum’un geçen sezon başarısız olduğunu, daha doğrusu Fenerbahçe için şampiyonluktan başka hiç bir sonucun başarı kabul edilemeyeceğini ve Daum’un artık ilişkisi kalmadığı bir kulüple ilgili konuşmaması gerektiği belirtildi. Açıklamayı tekil olarak düşünürsek bir sıkıntı yok. Gayet yerinde. Tabiki Fenerbahçe için şampiyonluk dışında bir sonuç eğer Avrupa’da başarı da yoksa başarısızlıktır. Şampiyonluğu tatmış her takım için bu böyledir, böyle de olmalıdır. Ama ne oldu başkanın son lig maçından 3-5 gün sonra çıkıp Fenerbahçe Futbol Kulübü, aslında başarılı olmuştur, son maçta bilmem kaç tane atak var direkten dönen bilmem kaç tane top var, olmayınca olmadı, top kale çizgisini geçmek istemedi, geçseydi başarılı olacaktık, geçmeyince neden başarısız addediliyoruz, ezeli rakiplere 10’ar puan fark yaptık, bu nasıl başarısızlık?” açıklamalarına. Sonuna kadar katılıyorum bu açıklamalara da. Ama 1-2 ayda ne değişti, o zaman başarılıyız diyen zihniyet nasıl oldu da değişti?

Sanırım Daum ile aynı görüşte olmak bile başkanı gerdi ve unuttu o zamanki açıklamalarını ya da yönetim adına kamuoyunu bilgilendirenler başkanın açıklamalarını unuttular. Tüm bu açıklamalardan sonra soru şu: Fenerbahçe Futbol Kulübü geçen sezon ligde başarılı mı olmuştur, başarısız mı?

Başkalaştım, Başkalaştın, Başkalaştı…

Temmuz 14, 2010, 11:17 pm | Futbol, ozhano, Transfer, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

Eskiden Fenerbahçe parayı basar, isim ve tecrübe transfer ederdi, tüm takım o oyuncular etrafına kurulurdu. Galatasaray, takıma uyum sağlayacak, maddi olarak takım kimyasını bozmayacak, diğerlerine nazaran daha az maliyete sahip ve zarar edilmeden satılabileceği düşünülen yabancıları transfer ederdi. Beşiktaş’ın ise önceliği Türkiye’nin bir önceki sezon öne çıkmış oyuncuları olur, yabancı açısından da isim değil ama tecrübeli ve mücadeleci olanlara öncelik verirlerdi.

Şimdi Beşiktaş parayı basıyor isim ve tecrübe transfer ediyor, takım o oyuncuların etrafına kurulacak. Galatasaray önceliği ülke sınırları içine veriyor ve hem gelecek vaadeden hem de açıklarını kapatabilecek alternatif oyunculara verdi, yabancılarda ise isimleri bilinen ama takıma çalışacak oyuncuları almaya çalışıyor; bunları yapmayı düşünürken ise ilk baktığı para oluyor. Fenerbahçe ise yabancılar olarak Avrupa’da kıvılcımı yakmış, burada alevlenebileceği düşünülen, maddi olarak da kulübü fazla zorlamayacak, zarar edilmeden de elden çıkarılabilecek oyunculara önem veriyor.

Aslında güzel bir şey. Ne olursa olsun birşeylerden ders alınmış olacak ki, transfer politikalarında yenilikler var her üç kulüpte de. Ne olursa olsun değişim iyidir.

Fakat diğer yanda da öyle transferler var ki; Nicolae Dica, Ismael Sosa, Debatik Curri, Michael Stewart, Ermin Zec, Safet Nadarevic, Michael Zewlakow, Fernando Varela, Florin Cernat, Jerko Leko. Az buz isimler değil bu sayılanlar ve bu sezon Anadolu takımlarında olacaklar. Yayın ihalesinden alınan paralar sonucunda bu isimlerin Türkiye’ye gelmeleri çok önemli. Doğal olarak da bu isimlerin etkisi ile artık geçen sezondan bile daha cesur olabilecekler kanımca Anadolu kulüpleri.

Alex’i Neden Seviyorum?

Mayıs 20, 2010, 9:35 pm | Alex De Souza, Futbol, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın


Nedense Galatasaraylı bir taraftar Fenerbahçeli bir futbolcuyu beğenmez ya da övmez diye bir tabu var. Ben de o tabunun tam karşısında duranlardan biriyim. Alex’e, hem insanlığına, hem duruşuna, hem oyununa hem de kişiliğine bayılıyorum. Yani biraz daha abartsam dört dörtlük bir insan diyeceğim ki maçlardaki hali ve kişiliğini düşününce o tanıma da şu futbolcu aleminde cuk oturan futbolcuların en başında. Bir futbolcu düşünün ki yıllardır bir takımın yükünü neredeyse tek başına taşımaya çalışıyor ve bir o kadar da kişilikli. Şampiyonluğun kaybedilmesinden sonra başkanının yaptığı açıklamaları bilirken kendi sitesinden yaptığı açıklamları görünce iyi ki gelmiş Türkiye’ye dedim tekrardan. Neden seviyorum Alex’i maddeleyim kendimce:

1. Hazımsız değil. Yenilince rakibin ya da hakemin elini sıkmayı bir aşağılanma olarak görmüyor.
2. Takımındaki 2-3 iyi oyuncuyla her sezon şampiyonluk için didinip duruyor.
3. Maç içinde kazanmak için her yolu mübah görenlerden değil.
4. Tam bir lider. Maçlarda zaman zaman tabiki kızıyor ama itirazları bazıları gibi adam dövecekmişcesine gibi değil. İtiraz ederken bile derecesini nerede tutacağını çok iyi biliyor.
5. Kazanınca kutlamasını biliyor.
6. Kaybedince kazananı usulüyle tebrik etmesini biliyor.
7. Kötü oynadığı maçtan sonra suçu başkalarına atmıyor.
8. Birilerine hoş görünme çabası yok.
9. Komple bir aile babası. Evden işe, işten eve denilecek türden. Ailesi olmadan hiçbir yerde olmuyor.
10. Kızına bayılıyorum. Oğluma alacağım :D.

Çok iddialı bir söylem olacak ama Alex ve Hagi’yi düşünüyorum. İkisinin oynadığı takımları düşünüyorum. Biri neredeyse her bakımdan dört dörtlük bir takımın lideriydi diğeri ise kendisi olmayınca aksayan bir takımda. Kariyerlerini düşününce Alex kesinlikle Hagi seviyesine gelemez ama eğer takımında Galatasaray’ın Hagi zamanlarındakine benzer kaliteye sahip kadroya sahip olsaydı eminim Alex de, aynı Hagi’nin Galatasaraylılara yaşattığı mutluluğun bir benzerini Fenerbahçelilere yaşatan bir numaralı adam olurdu. Her ne kadar Avrupa’daki maçların çoğunda kaçak dövüştüğü ya da gücünün yetmediği düşünülse de. Eğer objektif olup işin kişilik tarafına bakarsak Alex’i Hagi ile karşılaştırmak ayıp olur.

Fenerbahçe, Gündemi Bu Sefer Nasıl Değiştirebilir?

Mayıs 17, 2010, 10:53 pm | bursaspor, Fenerbahçe, Futbol, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | 6 Yorum

Fenerbahçe’nin son maç sendromunu yaşadığı ilk tecrübe olan Denizli’den sonra ortaya çıkan başarısızlığı sayın Aziz Yıldırım ivedilikle istifa ederek örtmüş, bunun üstüne bir de Galatasaray’ın şampiyonluğunun yeterince konuşulamamasını sağlamıştı. O gün için gerçekten çok akıllıca bir hamleydi. Çünkü herşey planlanmıştı. Fakat bu sefer plan yoktu sanırım ama yakın zamanda bir basın toplantısı ile bomba açıklamalar bekliyorum Aziz Yıldırım ya da yönetimdeki önde gelen isimlerden. Peki ne olabilir?

a) Aziz Yıldırım yine istifa eder.

b) Beşiktaşlı futbolcuların özellikle Toraman’ın Bursa-Beşiktaş maçında Bursa lehine handikaplı iddia oynadığı iddia edilir ve TFF göreve davet edilir.

c) Daum istifa etmezse müstehcen fotoları ortaya çıkar ve bu sebeple kovulur.

d) Adriano, Ronaldinho, Etoo hatta biraz kastırmayla Messi transfer haberleri ajanslara servis edilir.
e) Lucescu, Zico, Scolari, hatta potansiyel gazı sebebiyle Mourinho ile görüşüldüğü haberleri ajanslara servis edilir.

f) Stadda 2-2 anonsunu yapan görevlinin Ultraaslan ya da Çarşı grubu tarafından satın alındığı açıklanır.
g) Guiza’ya 15 milyon euro’luk teklif olduğu açıklanır.


Benim ilk anda aklıma gelen olası hedef saptırma açıklamaları bunlar. Ama ne olursa olsun bu sefer olan yıkımın, yaşanılan trajikomik olayların meydana çıkaracağı kıyımın ilk yaşananınkinden daha fazla olacağını düşünüyorum.

Aslında düşünüyorum da zaten maçta yapılan 2-2 anonsu ile Bursaspor’un şampiyonluğunun ne denli büyük bir başarı olduğu gerçeği ikinci plana düştü gibi geliyor bana. Baksanıza tüm spor yazarları ya da programları Bursa’nın şampiyonluğundan çok Fener stadında yaşanılan olaylardan bahsediyor. Hatta TSL maçlarını canlı yayınlayan İspanya kanalı bile Bursa’nın şampiyonluğunu değil Fener’in yaşadığı ikinciliği ne denli güzel kutladığından, taraftarın çağdaşlığından falan bahsetmiş ama daha sonra onlar da anlamışlar işin doğrusunu. Açıkçası yine yaptı yapacağını Fenerbahçe. Helal olsun. İyi biliyorlar bu işleri…

Yapmaa Ziyaaaa!!!

Mayıs 17, 2010, 2:54 pm | Acayip İşler, Futbol, haber, ozhano, TSL, Ziya Şengül kategorisinde yayınlandı | 2 Yorum

32. hafta
Fenerbahçe 2-0 Eskişehirspor

Maçın ikinci golü. Özer tarafından atıldı. Ceza sahasının sol iç kısmında topla buluşan Özer zor pozisyonda şut çeker top Eskişehirli defans oyuncusunun ayağına çarpar bombeli olarak 2.06lık Ivesa’nın üzerinden geçer ve gol olur.

O zamanki Ziya Şengül yorumu: Efendim, yapmayın Allah aşkına, Özer’in vuruş açısı, tekniği, topu gidişatını görmüyor musunuz, Ivesa zaten son bir hamleyle çıkarmaya çalışıyor ama gücü yetmiyor; burada Ivesa suçlanacak son futbolcu Eskişehirspor’da. Lütfen hatalı gol yedi diyip olayları başka taraflara çekmenin alemi yok.

34. hafta
Fenerbahçe 1-1 Trabzonspor

Trabzonsporlu Burak tarafından kaydedilen gol. Aynı Özer’de olduğu gibi ama tek fark kaleye doğrudan şut amacı gütmeyen bir top yani kaleci beklemiyor artı Özer’inkine göre daha hızlı bir vuruş. Sonuçta gol oluyor. Yani üstüste koyunca arada fazla fark yok hatta Volkan’ın yediği gol daha normal karşılanabilir.

Bu gol üzerine Ziya Şengül’ün yorumu: Bir paragraf açıyorum kaleci Volkan’a.. Böylesine kaleciliği inkar edercesine o topu kalende görmek zorunda mısın kardeşim.. Burak’ın golündeki hamlen, zamanlaman, gole davetiye çıkarmak değildi de neydi?

Eee. Ne oldu iki hafta önceki Ivesa yorumuna. Hani bu tip toplar çok tersti kaleciler için. Hani kaleci hatası olarak görülemez diyordun bu tip gollerde daha iki hafta önce. Tamam Volkan’ı hiç sevmem ama bugün bir o, bir Alex sayesinde buralara kadar geldi bu takım. Hem dün akşam tv de hem de bugün yazısında Ziya’nın bu kadar Volkan’ın üzerine gitmesinin sebebi ne olabilir acaba?

Hayır bu adamın airbag’ini kaldıran bir numaralı adam da kendisi. Airbag ile topu yoketmeye çalışırken “yaw bunlar futbolun eğlenceli yanları, üzerinde durmamak gerek” diyip adamın airbagi kaldırırsan aerodinamiği bozarsın, böyle olur işte…

Bursaspor’un "Onur"lu Şampiyonluğu

Mayıs 17, 2010, 12:00 am | Beşiktaş, bursaspor, Fenerbahçe, Futbol, Galatasaray, ozhano, Trabzonspor, TSL kategorisinde yayınlandı | 3 Yorum

Başlığı spor gazetelerine benzer bir şekilde atmak istedim. Fenerbahçe şampiyon olsaydı onursuz mu olacaktı tabiki hayır ama Trabzonspor kalecisinin bu seneki şampiyonun belirlenmesindeki en önemli referans olacağı belliydi.

Bu Fenerbahçe’nin son maç sendromu şansla, taktikle, oyun okumayla, stresle, onunla bununla açıklanacak bir olay değil. Hem de daha yakın bir tarihte aynı acıyı yaşayıp şampiyonluğu ezeli, rakibine bırakmışken. Türkiye’nin %90-95’i hele maçtan önce Trabzonspor Başkanı ve bazı oyuncularının söylemlerinden ve ligdeki performansına bakarak Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu tebrik etmek için bekliyordu. Maç normalde 4 ya da 5-1 Fener lehine bitecekken Onur diye bir kaleci çıktı, şampiyonluk kupasını Fenerbahçe’den alaacağım dedi, Guiza da “verelim kupayı ne olacak” diyince Daum kupayı tepsiye koydu, keser-sap olayı oldu, tarih bir tekrarı yaşattı tüm futbolseverlere.

Diğer taraftan Bursaspor’un hafta içindeki açıklamalarda şampiyonluğa inanmışlıkları çok yüksek görünüyordu. Ama bu açıklamalar tabiki takımdaki sinerjiyi yakalamak ve yüksek tutmak için olduğu açıktı. Maçı üstün bir oyun ile 2-1 kazandılar. Doğrusunu söylemek gerekirse kendilerinin bile çok küçük bir yüzde olarak gördükleri şampiyonluğa ulaştılar demeliyim. Ama sonuçta Galatasaray’ı, Fener’i, Beşiktaş’ı yenen, yenmese bile kafa tutan bir takımın şampiyonluğa ulaşması kadar doğal bir şey yok ve şampiyonluğu hakettiklerini söylemek gerek. Kısacası sadece gönüllerin değil aynı zamanda çatır çatır ligin tescilli şampiyonu da oldular.

Bursaspor’un bu şampiyonluğu çoğu açıdan da büyük önem taşıyor. Bursaspor ile Beşiktaş arasındaki kavga bu şampiyonlukla biraz olsun hafifler diye düşünüyorum. Diğer yandan yıllardır Trabzonspor’un Fenerbahçe’ye olan, belki ağır olabilir ama doğru olan cümle bu, düşmanlıkları ya da hırsları 10 gün içerisinde oynadıkları ve Fenerbahçe’nin elinde görünen iki kupayı almalarıyla azalmıştır. Bu tarihten sonra yeni bir gerginlik olmadıkça bu maçlar daha rahat götürülebilecektir.
Fenerbahçe- Trabzonspor maçının son dakikalarında yaşanan anons olayı ise Fenerbahçe taraftarı ve futbolcuları açısından trajikomik bir durumun yaşanmasına neden oldu. Açıkçası böyle bir olayın yaşanması stadda şampiyon olduğunu zanneden taraftarın hem acısının hem de sinirinin bir kat daha artmasına neden oldu. Maç sonrası yaşananların kesinlikle bu olaya bağlı olarak makul görülmesi mümkün değil. İkinci kez bu acıyı yaşayan taraftara bu şekilde bir oyun oynanması maçtan sonra yaşanan infiale tam anlamıyla davetiye çıkardı ve olanlar oldu. Eğer bu anons stadda tel örgü olmadığı için maç bitince taraftar sahaya girip futbolcuları kovalar endişesiyle özellikle yaptırıldıysa yapılan hatanın açıklaması bile yapılamaz hale gelir. En kötüsü de Alex gibi bir futbolcunun staddan polis otosuyla hem de saklanarak çıkması oldu. Bir de hamile eşinin tribündeki üzüntüsü ve kızının o anlarda annesine olan bakışları canımı acıttı ne yalan söyleyeyim.
Sözün özü, istediğin kadar iyi ol, istediğin kadar iyi oyuncular al, paran pulun istediğin kadar olsun, taraftar sayısını falan geç, kazanırsın kazanırsın, aslanım kaplanım derler, sırtını sıvazlarlar, koskoca sezon gider 10 güne sıkışır, 3 kupaya talipken bir anda elin boş kalır. O yüzden hiçbir zaman büyük konuşmamak gerekir.

Bu arada Galatasaray da istikrarlı bir şekilde tamamladı ligi. İstikrarlı bir şekilde yine yenildi. 3. olarak bitirip ligi UEFA Ligine gidiyor gene. Yukarıdaki sözün özü kısmı tabiki Galatasaray’a da gidiyor. Bazılarının dediği gibi inşallah Rijkaard’ın Galatasaray’a faydasını aynı merhum Derwall’de olduğu gibi 5-10 sene sonra anlarız. Attığı kazığı anlamayalım da ben beklemeye razıyım…

Not: Yılmaz Vural’a gün doğdu. Yarın çıkıp “bu takımın başında ben olsam…” diye başlar. Belki de haklıdır.

Derviş

Nisan 26, 2010, 10:32 pm | Fenerbahçe, Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | 3 Yorum

Bambaşka hayallerle gelmişti İstanbul’a Bekir. Düşündüğü şeyleri bulamadı ama. Tercih edilmedi, hep arka planda kaldı, ilk seçenek olamadı. Ama sabretti, sabretti, bir kez sesini çıkarmadı. Oynadığı, oynamadığı her maç sonrası bir gülümseme vardı yüzünde. Çok çalıştığı, azmettiği belliydi. Fırsatı yakaladığım zaman değerlendirmeliyim, bu formanın kıymetini biliyorum edası vardı hep gözlerinde. Pazar günü Bekir onca çalışmanın, onca sabrın, onca cefanın karşılığını aldı. Hafta sonunun gözümü buğulandıran, bana futbol sevgimi hatırlatan ve mutluluk veren dakikasıydı Bekir’in attığı gol sonrası Yaradan’a seslenişi “Çok şükür Yüce Rabbim, şükürler olsun sana!”

Bu çocuklar insan, robot değil hiçbiri, arkasından kurmalı bebekler gibi kurup kurup salamazsınız onları. Onlar inançlarından, ailelerinden, kendilerine inananlardan besleniyorlar. Milyon kere söylediler çok kıymetli yorumcularımız “Bekir Fenerbahçe’nin topçusu değil.” diye. Ama ne oldu? Fenerbahçe 2010 senesinin şampiyonu olursa ilk hatırlanacak adam oldu Bekir, Liderliği getiren, şampiyonluk yolunu açan adam. Bekir de diğer hakkı yenen çocuklar gibi bir futbol emekçisi, inançlarına, tanrısına sığınmış bir işçi. Bekir benim için bir Derviş. Muradı daha ne olabilirdi ki?

Kaçı Başarabilecek?

Nisan 6, 2010, 4:45 pm | Futbol, Sıkıntı, TSL kategorisinde yayınlandı | 1 Yorum

Turkcell Süper Lig’de 18 takım var. 18 takımın başında bu sezon kaç hocanın görev yaptığını ben şaşırdım, sayamadım. Bazı takımlar 3. teknik adamlarıyla devam ediyorlar yollarına, bazıları 2. isimlerdeler. Geçmiş senelerin aksine Gençlerbirliği, Gaziantep ve Eskişehir çok önemli sabır göstererek sahip çıktılar hocalarına. Peki en azından bu sezonluk sahip çıkılan adamlar gelecek sezon aynı koltklarda oturabilecekler mi? Örneğin Antep’te Coucerio, Gençler’de Doll takım üstüste 3-4 mağlubiyet alıp düşme potasına yaklaşsa gelecek sezon oralarda olabilecekler mi? Denizli’nin devam edip etmeyeceği, Rijkaard’ın halinin ne olacağı, Daum’la Aziz Başkan’ın sonlarının nereye varacağı belli değil bugün. Şu koca ligde Şenol Güneş, Abdullah Avcı ve Ertuğrul Sağlam’ı aynı koltuklarda göreceğimiz kesin sadece.

Ne kadar yazık, ne kadar acı bir durum aslında bu. Devamlılık adına atılan adımların çoğu yalancı, verilen sözlerin bir çoğu bomboş,  mesnetsiz. Kadrolara baksan her sezon her takımda onlarca transfer, devamlı değişen kadrolar, değişen oyuncular. Bu devri daimin içinde dikiş tutturmaya çalışan antrenörler. Bir sezonda 2 teknik direktör kısıtlaması yapmadan, sözleşme adaletini sağlamadan, tazminatlar yalan olurken, her hafta yeni bir hoca harcanırken nereye gider Türk Futbolu?

Kaçı Başarabilecek? Kaçı gelecek sene başka bir gurbete göçmeyecek? Kaçı kurduğu kadroyu bir yerlere getirebilmenin, altyapıdan oyuncu çıkarmanın, 3-5 senelik planlar yapmanın hazzını tadabilecek? Gerçekten kaçı?

Türk Futbolu Üzerine Konuşmak

Mart 23, 2010, 10:34 pm | Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | 6 Yorum

Rijkaard da hoca mı kardeşim ya, nedir bu rezalet, milyonlarca Euro boşa gitti, şu kadroya bak gelinen yere bak. Neyi eksikti Skibbe’nin, Lincoln’ü bile oynatıyodu o adam be! Şimdi şu kadro bende olacaktı var ya ortalığın… Ehem! O Daum yok mu o Daum onun var ya Koch kadar taş düşsün başına o da yetmezse Semih düşsün, boynu altında kalsın imansızın. Wolfsburg başkanı çok içmiş analaşılan Daum da Daum diye inliyormuş. Hayır alsın Baronisini de gitsin kardeşim! Hele ki Denizli, hele ki o Denizli yok mu! Var anasını satayımda onun yaptığı rotasyon sayısı kadar dalga vurmuyor denizden sahile! Devamlı fırtna bu denizde kardeşim, bir düzgün gitmedi vapur, arabalı olsa şimdiden paslanmıştı kaportalar Ah Denizli vah denizli, nereden buldun İspanyol eskilerini! Şenol Hoca’yı önceden getirse Sadri Başkan böyle mi olurdu, bulmuş bi Belçikalı Hugo, Tolga Abi’nin Hugosunun yanından geçemez, hangi tuşa basarsan bas düz gidiyor. Ama Şenol Hoca da yani o kadar para verdi topçu aldırdı adamları bırak 11’i 18’e almadı, onun da suyu ısınıyor bak, yakındır fiyaskosu.Gelecek sezon devre arasını görmeden tekmeyi yer, bir şey zannader zaten kendisini önceden beri. Ya Tolunay, tıpkı Dolunay. Ayda 1 gece var yok. Nooldu ilk devreki Kayseri, kurtlar kaptı, nooldu Cangele, Makukula, kayıp. Yazık ki yazık.

Bunlar var ya hoca değil, geçtim adam değil. Bakma şimdi Bursa’nın başında Sağlam’ın lider gittiğine. Hepsi kötü de onun vasatlığı iyi kaldı. Futbolcu eskileriyle, tecrübesizlerle şansı ne yaver gitti. 9 puanı oynamadan aldı, çık onları yine kayıp Bursa! Adı Sağlam da yeri sağlam değil. Şampiyon olsa ne yazar, seneye üst üste 3 maç kaybetsin bakalım Heykel’e inebiliyor mu bir daha, hop Sağlam bakmışın pert.

Gerisini saymam bile, konuşmaya yazık üstüne. Şu memlekete bir tane de hoca gibi hoca gelmedi, adam gibi antrenör göremedi şu tribünler. Şu üç büyüklerin hocası ben olacaktım ki gösterecektim dünya aleme. Hallaç pamuğu gibi atardım imansızım! Ne Barcelonası ne United’ı kalırdı piyasada, kan çıkartırdım kan! Yazık işte kimlerle uğraşıyoruz koca ülkede. Zaten hakem yok, zaten federasyon yok, zaten yönetici yok. Günah vallahi verilen paraya yazık. Adam değilsiniz lan hiç biriniz, bitirdiniz Türk Futbolunu. Hepinizin köküne kibrit suyu, peştemalli aristokratlar sizi! Yürüyün gidin lan! Kaybol! Neymiş Teknik Direktörmüş, yürü ayağına şeyetmiim şimdi! Kapçık ağızlı!

Desek daha iyi değil mi? Güzellikleri görmesek, piyasada adam bırakmasak, gelene geçene sallasak da sallasak ne muhteşem olur ama! Maalesef bunları parça parça hergün, ama abartısız hergün yapıyor Türk Spor basını ve biz vazgeçmeden okuyor, izliyor, takip ediyor, nefret doluyoruz işi eğlendirmek olan adamlara. Bu basına da, vazgeçmeden onu okuyana da helal olsun. Hak ediyoruz bu kaliteyi.

Kıvrak

Mart 21, 2010, 8:58 pm | Futbol, Galatasaray, Trabzonspor, TSL kategorisinde yayınlandı | 9 Yorum
Türkiye’de Kaleci yetişmiyor diyenlere,
Aykut’a Ufuk’a güvenmeyip Leo Franco’ya bel bağlayanlara,
Yabancı Kaleciyi nimetten sayanlara,
KAPAK OLSUN!
Hem Şenol Güneş’e
Hem de Onur Recep Kıvrak’a,
HELAL OLSUN!

Futboldan Zevk Almak için Kasımpaşa

Mart 19, 2010, 10:19 pm | Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | 5 Yorum

Şimdi şu maç keyifli, eğlenceli, heyecanlı değildi, hiç zevk almadık diyen bir Allah kulu çıkar mı? Bence çıkmaz, ha çıkıyorsa o adam zaten futboldan keyif almıyordur, ben ona “Ne diye izliyorsun bu maçları kardeş, git Hanımın Çiftliği, Aşkı Memnu’ya falan takıl” derim direkman. Konuyu saptırmadan diyeceğimi diyeyim de içimde kalmasın, zaten bir kaç saate yola gideceğim, Eskişehir’de deplasman maçımız var Anadolu Üniversitesi ile. Diyorum ki bu Kasımpaşa nedir abicim ya! Gerçekten seyir zevki budur, futbolun meyvesi böyle üretilir, taraftar, seyirci böyle mest edilir. Saha içine baksan temaşaa saha dışına baksan temaşaa, çok keyiflisin Kasımpaşa! Rakibi önemli değil her hafta onların maçını izlemek istiyorum ben arkadaş! Mesela lig bittiğinde Kasımpaşa’nın maçları bitmesin istiyorum, hatta mümkünse haftada 2 maç yapsınlar talebindeyim. Rakibi hiç önemli değil bu takımın istediklerinde her şeyi mümkün kılabileceklerini, yapamasalar bile yapmaya çalışırken bundan zevk alacaklarını biliyorlar. İşte ben bu futboldan, bu kafa yapısından haz alıyorum. Sanki EPL’den sanki La Liga’dan maç izliyormuşçasına içim bir hoş oluyor. Kasımpaşa bana futbolu daha çok sevdiriyor, spora daha bir aşık ediyor. Kasımpaşa’yı seviyorum arkadaş!

Mariga ve Kenya Üzerinden Çuvaldız

Mart 17, 2010, 10:00 pm | Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

Dün gece Chelsea – Inter maçını izlerken Eto’o’nun golüyle değil de Mariga’nın oyuna girmesiyle şöyle ciddi bir gerildim. Ben çok uzun zamandır unutmuştum Mariga’yı. Hatta Mariga’nın Inter’de olduğunun bile farkında değilmişim. En son Parma’dan hatırlıyordum Kenyalı’yı.1 sezonu Helsingborg’tan kiralık olmak üzere 3 sezon Parma forması giymişti McDonald Mariga. Gerçi o dönemlerin bittiğinin farkında değildim ya ben neyse. Parma’ya gitmeden o dönem iyi günlerini yaşayan Portsmouth’un başındaki Redknapp’ın radarındaydı, Helsingborg’la bonservisi için anlaştılar ama millilik problemiyle çalışma izni alamayan Mariga İtalya’yı seçmek zorunda kaldı. Parma’da 3 sezon boyu vasatın üzerinde bir performans verdi, 62 maça çıktı serie A’da. Orta sahada, daha ziyade defansif roller üstleniyor Mariga, sezon ortasında bonservisinin yarısını ve oynatma hakkını almış Inter Parma’dan. Mariga karşılığında Fransız Biabiany’nin yarı-bonservisi ve Jimenez kiralık olarak olarak Parmalı olmuş. Aslında Machester City ve Mancini istemiş önce Mariga’yı ama yine çalışma iznine takılmış Kenyalı, biraz da Inter’e gelmek zorunda kalmış aslında ayrılmayı kafaya koyduktan sonra.

Şimdi ben bunları niye anlattım bilmiyorum, yok şaka şaka. Konu Mariga ve milliyeti. Şimdi bu adam Kenyalı. Elin İsveçlileri taa Kenyalardan gitmiş bulmuş getirmiş adamı. Kenya nasıl bir futbol ülkesi ki Serie A’da adam kapış kapış! Tekniğine, fiziğine, oyun şekline baktığında bu Mariga’dan Türkiye Ligleri’nde çok var. Ama o adamların hiç biri Mariga’nın oynadığı ya da teğet geçtiği liglerde oynamıyorlar. Mehmet Topal’ından Bekir Ozan’ına, Mehmet Nas’ından İbrahim Şahin’ine daha bir çok isim en az bu adamlar kadar orta saha oyuncusu. Eksikleri ne peki? Menajerleri menajer değil, risk alamıyorlar, kendilerine güvenleri yok, kendilerini eğitmiyorlar vesaire vesaire…

McDonald Mariga ve daha bir çok isimsiz ülkenin isimsiz futbolcuları Serie A, EPL, Bundesliga, La Liga’yı fersah fersah gezip sınıf atlarken, bizim korkak ve kendini beğenmiş çocuklarımız annelerinin liginden 1 karış dışarıya gidemiyorlar. Aferin evladım! Daha çok Marigalar gelir geçer sizin giyeceğiniz formalardan. Aynen devam!

Değişim Güzeldir…

Mart 15, 2010, 9:08 pm | Futbol, ozhano, TSL, şampiyonluk kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın
80-90 arası yıllar

O zamanlar hatırladığım kadarıyla yorumlar şöyle oluyordu: Şampiyonu dört büyüklerin birbirleriyle yapacağı maçlar belirleyecektir ki bu takımların Anadolu kulüpleri olarak adlandırılan ligin figüranı olarak gösterilen takımlarıyla yaptıkları maçlardan önce ister iç ister dış saha olsun maç oynanmadan üç puanın kimin alacağı %99 belli olurdu. Herhangi bir Anadolu takımına puan kaptıran takımın teknik direktörü sezon sonunu çoğu zaman göremezdi.

90-00 arası yıllar

Zaman geçtikçe bu denge Anadolu takımlarının lehine değişmeye başladı. Dört büyükler ifadesi Trabzonspor’un şampiyon olmankatn çok olacağı belirleyen takım hüviyetine bürünmesinden dolayı üç büyüklere döndü. Ama bu ifade, Trabzonspor’un İstanbul takımları’nın korkulu rüyası olduğu ve büyüklerden biri olduğu gerçeğini de kapatmadı. Bu dönemde de üç büyüklerin Anadolu takımlarına karşı bariz bir üstünlükleri vardı ama yorumlar değişmişti: Derbilerin yanı sıra dört büyüklerin Anadolu takımlarından bazıları ile oynadıkları maçlar da tehlikeli kategorisine alındı. Hatta 2000’li yıllara yaklaşırken üç büyüklerin Anadolu takımları ile oynayacakları maçlar şampiyonluk yolunda daha önemli bir hal almaya başladı.

00-07 arası yıllar

Artık işler tamamen tersine dönmeye başladı. Üç büyüklerin birbirleriyle olan maçlarından çok Anadolu takımlarıyla yapacakları maçlarda alacakları galibiyetlerin şampiyonu belirleyeceği konuşulmaya başlandı. Ama yine de şampiyonluğun İstanbul’un dışına çıkabileceği gibi bir düşünce kimsede yoktu. Özellikle Gençlerbirliği ve Kayserispor’un istikrarlı yükselişi ve üç büyüklere kafa tutması diğer Anadolu kulüplerinin düşünce yapılarının değişmesinde önemli bir rol oynadı.

07-10 arası yıllar

Artık kimse üç büyüklerin birbirleriyle yapacağı maçların şampiyonu belirleyeceğine inanmıyor. Üç büyüklerden herhangi birinin ligin sonundaki takımla yapacağı maçta bile doğrudan üç puanı alır denemiyor. Bunda tabiki Anadolu takımlarının artık üst sıralarda olabileceklerine inançlarının artmasının etkisi büyük. Fatih Terim’in UEFA Kupası’nın alınması sürecinde karşılarına çıkan güçlü rakipler sorulduğunda “Biz 11 onlar 22 kişi mi oynayacaklar ya da rakip uzaylı mı?” anlayışı da Anadolu takımlarına tamamen yerleşti. Bunun sonucunda Kayserispor 3-4 sezondur akıllı yatırımlar yaparak ligin üst sıralarında kendine yer bulabiliyor, ister şans, ister tesadüf densin, geçen sezondan bir Sivasspor gerçeği ortada. Tabi hem teknik direktörünün şampiyon olabilme olasılığı yükünü taşıyamaması, yönetiminin de vizyonunun dar olması sebebiyle bu sezon belki de düşecekler. Bu sezon da Bursaspor ortaya çıktı. Belki şampiyon olacaklar, belki de olamayacaklar ama ligin tozunu attıkları artık herkes için bir gerçek. Artık şu bir gerçek ki, üç büyüklere Anadolu’da bir gram ekmek yok. Diğer bir deyişle üç büyükler artık Anadolu takımlarından kolay kolay puan alamıyorlar. Galibiyet için uğraşıyorlar, didiniyorlar ve aldıkları galibiyetin değerini bildikleri için aldıkları üç puana sanki bir derbi maçından alınmışçasına seviniyorlar. Uğraşmayan didinmeyen de bu yolda yaya kalıyor. Helal olsun Anadolu takımlarına. Artık Anadolu takımları beraberliğe bile zaman zaman sevinmiyorlar, özellikle kendi sahalarındaki maçlarda üç puan için oynamaya çalışıyorlar. Kısacası artık Anadolu takımları şunu biliyor: ” Ölümden öte köy yok.”

Bu sezon olur mu olmaz mı bilmem ama kesin olan şu: Şampiyonluk Kupası’nın Anadolu’ya gitmesi yakındır.

"Kara Aygır" Keita

Mart 14, 2010, 11:21 pm | Futbol, Galatasaray, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | 2 Yorum
Galatasaray 3-0 Ankaragücü
Ankaragücü maçıyla ilgili övülecek de eleştirilecek de çok şey var. Ama bir şey var ki onun olması maçta tüm olanların önüne geçti. Milan Baros’un 4,5 ay sahalardan uzak kaldıktan sonra oynadığı ilk maçta hem de 15 dakika içerisinde gol bulmasının takıma, yönetime ve taraftara verdiği sevinç yanında Ankaragücü’nü 5-6 farklı yenmenin takıma ve taraftara vereceği sevincin esamesi bile okunmaz.
Baros gol attı, taraftarın acaba eskisi gibi gelecek mi endişesi ortadan kalktı; Baros gol attı, takımda ayrı bir bütünleşme ortaya çıktı; Baros gol attı, futbolcuların maç bitiminde sahadan çıkarken birbilerine bakışları, muhabbetleri özellikle yüzlerindeki gülümseme bir başkaydı; ve Baros gol attı, Rijkaard rahat bir “ohhh” çekti. Peki teşekkür kime: Abdul Kader Keita.
Biraz ırkçılık olacak ama, hoşgeldin Baros, teşekkürler “Kara Aygır” Keita.
Yine demeden geçemeyeceğim. Orta sahayı gereğinden fazla rakibe bırakıyoruz ve çok pas yaptırıyoruz ki orta sahamız mücadele bakımdan üst düzey oyunculardan kurulu olmasına rağmen. Dikkat edilmesi gerek.
Editsel Hareket: Bu arada tribünden sahaya yabancı maddeler fırlatanları da buradan saygıyla selamlıyorum! Maçtan sonra tribünde meydana gelen kavganın da bununla alakalı olduğuyla ilgili duyumlar var. Hayır bu doğruysa niye maçın sonuna bırakıyorsunuz? Baktın yanında sahaya birşeyler atanlar var yapışsana yakasına indirsene, al aşağı etsene. En azından lafla tepkini koysana. Ayıptır, günahtır, sahada maçı kazanmak için uğraşanların emeklerine yazık…

Yöneticilik Dediğin Aslında Adamlık

Mart 12, 2010, 5:55 pm | EPL, Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

Sunderland Başkanı Niall Quinn haftalardır takımdan ayrılması hatta kovulması gündeme getirilen Teknik Direktör Steve Bruce için açık ve net konuşmuş:

“Küme düşsek bile Steve Teknik Direktörümüz olarak kalacak. Sunderland için taraftarların, takımın sahibinin, hepimizin sahip olduğu tutkuya onun da sahip olduğunu görüyorum. Steve gayretle çalışıyor. Duruşu ve kulübümüzle ilgili projeleri tam bizim istediğimiz gibi.”

Quinn yaptığı bu açıklamayla neo-klasik futbol yöneticiliğinin nasıl olması gerektiğini sergilemekte. Kısa vadeli başarılara değil orta ve uzun vadeli planlara göre hareket edilmesi gerekliliğinin canlı ispatı olarak arzı endam etmekte. Aslında Yöneticilik denilen ünvanın adamlık olduğunu göstermekte. İşte bunun için Futbolda İngiliz Ahlakı’na imrenerek bakarken, yüzümüzü sınırların içine döndüğümüzde “İngiltere’deki futbolsa bu ülkede yapılmaya çalışılan ne?” diye sormadan edemiyor insan.

2010’un İlk Rezaleti

Mart 6, 2010, 4:08 pm | bursaspor, diyarbakırspor, Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | 1 Yorum

Eşofmanlarıyla, terli formalarıyla kaçtı Bursalı oyunular ve teknik ekip. Yazık değil mi Diyarbakırspor’a,yazık değil mi emeklere. Cezasını bulmuş bir kaç çapulcu için yapılanlara bak. 2010 Türkiyesinin ilk rezaleti hepimize hayırlı olsun. Ankaraspor’dan sonra Lig’den düşen 2. takım belli olmuştur. Kendilerini taraftar zanneden o bilgiç güruh gidip bir taraflarına kına yakabilir artık.

Bursastore:Şampiyonluktaki Rakiplere Hodri Meydan

Şubat 24, 2010, 9:30 am | bursaspor, Futbol, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | 2 Yorum

Hep üç büyükler birbirleri ile mi dalga geçecek? Hep birbirlerini mi kafaya alacaklar? Belki kısa süreli bir başarı onların yakaladıkları belki de artık 5. bir büyüğümüz var diyeceğiz ama yönetimlerinin bu tür galibiyetlerden nemalanmak için ellerinden geleni yapacakları bir gerçek. Bursaspor yönetimi Fenerbahçe-Bursaspor maçında alınan galibiyete istinaden iki ürünü piyasaya sürmüş. Sonuçta üç büyüklerden öğrendiler onlar da bu tür takılmaları:

Biz Galatasaray-Fenerbahçe-Beşiktaş üçlüsünün birbiri ile olan maçlarından sonra bu uygulamaları görürdük. Bursa da bu kervana katıldı. Gerçi Beşiktaş’ı da aynı Fenerbahçe gibi 3-2, Galatasaray’ı da 1-0 yenmişlerdi. Tabi ligin ilk yarısıydı ve böyle bir yarışın içinde henüz değillerdi. Bu galibiyetin Bursa’da şampiyonluk yolunda ayrı bir mutluluk yaşattığı aşikar.
Bu arada Bursastore Genel Müdürü 31. haftadaki Galatasaray ve 34. haftadaki Beşiktaş maçları için stok yapmaya hazırlandıklarını bildirmiş. Ne diyelim hayırlısı olsun. İnşallah Bursaspor şampiyonluktaki bu yarışını sezon sonuna kadar sürdürür. Çünkü gerçekten çok iyi futbol oynuyorlar, çok güzel destekleniyorlar, sonuna kadar hakları bu. Tek sıkıntılı yanları, başlarındaki muhabir tokatçısı başkanları. Belki o da düzelir…

Ekmek Fiyatına Süper Lig Maçı

Şubat 24, 2010, 12:00 am | Futbol, Manisaspor, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

Manisaspor-Diyarbakırspor Maçı Bilet Fiyatları:

Kale Arkası (Spil-Gediz) Tribün: 1 TL
Açık Tribün: 2 TL
Kapalı Tribün Alt: 5 TL
Kapalı Tribün Üst: 10 TL

Manisaspor yönetimi, hem ligde kalma yolundaki en önemli rakiplerinden biri karşısında seyirci desteğini maksimum derecede sağlamak hem de son haftalarda kendi sahasında oynadığı maçlardaki seyirci verimsizliğine son vermek için Diyarbakırspor maçı bilet fiyatlarında indirime gitmiş. Akıllı bir strateji. Bana kalırsa bu uygulamayı sezon sonuna kadar sürdürseler hiç fena olmaz. Çünkü Süper Lig’den düşmenin Manisa’ya vereceği maddi zarar yanında bundan sonraki maçlarda yukarıdaki bilet fiyatlarının uygulamanın vereceği maddi zarar hiç kalır. Stadı her maç doldurabilmek de yanlarına kar kalır.

Yanlış hatırlamıyorsam bir ara Kayserispor yönetimi de stadı doldurabilmek için aynı şekilde bilet fiyatlarında yukarıdakine benzer bir indirime gitmişti ve dampingli bilet sayesinde oynadıkları maçta yeni stadlarını hınca hınç doldurmuşlardı.

Valla Helal Olsun!(Fenerbahçe 1-1 Diyarbakırspor)

Şubat 7, 2010, 9:08 pm | diyarbakırspor, Fenerbahçe, Futbol, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın
Neydi bu Fenerbahçe-Diyarbakırspor maçı!!! Oyun olmasa da hız açısından Türkiye Ligi’nden mi yoksa Premier Ligden mi bir maç izledik anlayamadım. Nasıl başladı nasıl bitti anlaşılamadı bile. Sahada galip gelmek için herşeyi yapan Fenerbahçeli futbolculara, Fenerbahçe gibi önemli bir takımdan puan koparabilmek için olağanüstü bir mücadele sergileyen Diyarbakırsporlu futbolculara, bazı takımlar gibi sadece rakibi bozma ya da oyuncularına topa değil rakibe sert oynaması üstüne taktik yapmayan, toplama denilen takıma, takım olmayı bu kadar kısa sürede öğreten Sayın Ziya Doğan’a, maçtan önce oyuncularının alınan sonuçlara bakıp havalarda dolaşmaması gerektiğini inatla tekrarlayan Sayın Daum’a, takımını muhteşem bir şekilde destekleyen Fenerbahçe taraftarına, hepsine birlikte bize Premier Lig tadında bir maç seyrettirdikleri için sonsuz teşekkürler. Hiç mi kötü yoktu? Kırmızımsı bir forma giyen bir adam dolanıyordu sahada. Herkes işini layıkıyla yaptı ama bu herkes genellemesinin içine hakem dahil değil…

Giovanni Dos Santos Oynadı Ve…

Şubat 6, 2010, 9:06 pm | Futbol, Galatasaray, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın
1. Takımın sol kanadı hiç işlemedi.
2. Arda kendi yerinde oynamayınca verimli olamadı.
3. Rakip orta sahasının defansif oyuncuları ve bek oyuncuları sola fazla önem vermeyip ortaya ve sağa daha çok ağırlık verdiler. Bu da özellikle Elano ve Keita’nın daha çok rakip oyuncuyla savaşmasına neden oldu.
4. Galatasaraylı oyuncular özellikle arkasında oynayan Caner, Dos Santos’daki verimsizliği görüp topu ona vermeme gibi bir harekete kalkıştılar bu durumda da ya rakip orta saha ve sağ kanadı çok adamla kapattığı için çok top kaybettiler ya da neredeyse orta saha çizgisinden ceza sahası içine orta yaptılar.
5. Dos Santos top alamayınca morali bozuldu ve verilen pasları bile saçma kullandı.
6. Yaptığı ortalar fos çıkınca gol bölgesindeki oyuncuların da ondan beklentisi sıfırlandı.
7. Dos Santos’un 85 dakika oyunda kalmasıyla takımda Dos Santos’a “Rijkaard’ın torpillisi” etiketi yapıştırılma olasılığı arttı.
8. Dos Santos’un oynamasıyla 85. dakikadan sonraki takım kurgusu maçın başında ya da daha erken yapılamadı ve bu sürede orta saha tek kanatlı bir uçak gibi göründü.
9. En kötüsü, maça o başlamış olabilir ama 85 dakika sahada kalması takımda forma bekleyen diğer oyuncuların Rijkaard’a olan güvenini sarsacaktır.
Peki beraberlik Dos Santos’a bu kadar dayanılabilmesine bağlanabilir mi? Belki evet belki hayır. Ancak Galatasaray’ın 85. dakikadan sonraki 8 dakikalık oyununu ve kaçırdıklarını görünce diğer bir deyişle Emre Çolak’ın takıma katılmasını takiben dişlilerin yerine oturmasıyla oynanan 8 dakikalık oyunu ve kaçırılanları görünce “evet” seçeneği daha ağır basıyor. Neyse belki de Dos Santos’un maçın 85 dakikasında sadece kendine değil aynı zamanda takıma genel anlamda verdiği zarar Rijkaard tarafından görülür ve bundan sonraki maçlarda ilk tercih olarak görülmez. Çünkü Dos Santos belki 3-5 sene sonra dünya futbolunda çok önemli yerlere gelecek olabilir ama o ışık şu anda bu forma altında onda kesinlikle görünmüyor.
Tüm bunlar bende çok önemli bir sonuç ortaya çıkardı: “Harry Kewell’i beklediğimden çok çok erken özleyeceğim sanırım.”

>Türk Futboluna Yaranamayanlar

Ocak 20, 2010, 11:01 pm | Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>

 
 

Türk Futboluna Yaranamayanlar

Ocak 20, 2010, 11:01 pm | Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | 3 Yorum
 
 

Gelecek Avcısı

Ocak 17, 2010, 9:24 am | Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | 1 Yorum

Bu adam Türk Futbolu’nun geleceğinde en önemli kulüplerde ya da en önemli görevlerde göreceğimiz adam. Bu adam kimsenin itibar etmediği yıldız eskilerinden ve adı duyulmamış, kredisi bile olmayan gençlerden takım yapmayı becerebilen bir adam. Bu adam kendi hatalarını itiraf edebilecek kadar onurlu, eleştirileri dinleyebilecek ve onlardan ders alabilecek kadar pozitif ve dosdoğru bir adam. Oyuncusuna karşı dürüst, yönetimine karşı dürüst, taraftarına karşı dürüst, futbolsevere karşı dürüst, futbolu gönülden seven bir emekçi.

Abdullah Avcı’yı seviyorum, onun içinde olduğu Türk Futbolu çok daha güzel. Teşekkürler Avcı.

>Gelecek Avcısı

Ocak 17, 2010, 9:24 am | Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>

Bu adam Türk Futbolu’nun geleceğinde en önemli kulüplerde ya da en önemli görevlerde göreceğimiz adam. Bu adam kimsenin itibar etmediği yıldız eskilerinden ve adı duyulmamış, kredisi bile olmayan gençlerden takım yapmayı becerebilen bir adam. Bu adam kendi hatalarını itiraf edebilecek kadar onurlu, eleştirileri dinleyebilecek ve onlardan ders alabilecek kadar pozitif ve dosdoğru bir adam. Oyuncusuna karşı dürüst, yönetimine karşı dürüst, taraftarına karşı dürüst, futbolsevere karşı dürüst, futbolu gönülden seven bir emekçi.

Abdullah Avcı’yı seviyorum, onun içinde olduğu Türk Futbolu çok daha güzel. Teşekkürler Avcı.

Lucas Edward Neill Galatasaray’da

Ocak 14, 2010, 1:44 am | Futbol, Galatasaray, ozhano, Transfer, TSL kategorisinde yayınlandı | 2 Yorum

Galatasaray ara dönemdeki ilk transferini gerçekleştirdi ve Everton’dan Lucas Neill’i transfer etti. 31 yaşındaki Avustralyalı futbolcu ile 1,5 yıllık sözleşme imzalandı.

Neill’e hoşgeldin diyor, ara transfer döneminde yapılan transferlerin genelindekinin aksine Galatasaray forması altında başarılı maçlar çıkarmasını temenni ediyoruz. (Bu transfer Kewell’in kulüpte kalması açısından umut verici bir gelişme oldu. En önemlisi bu bana göre)

>Lucas Edward Neill Galatasaray’da

Ocak 14, 2010, 1:44 am | Futbol, Galatasaray, ozhano, Transfer, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

> Galatasaray ara dönemdeki ilk transferini gerçekleştirdi ve Everton’dan Lucas Neill’i transfer etti. 31 yaşındaki Avustralyalı futbolcu ile 1,5 yıllık sözleşme imzalandı.

Neill’e hoşgeldin diyor, ara transfer döneminde yapılan transferlerin genelindekinin aksine Galatasaray forması altında başarılı maçlar çıkarmasını temenni ediyoruz. (Bu transfer Kewell’in kulüpte kalması açısından umut verici bir gelişme oldu. En önemlisi bu bana göre)

>Sitemdeki Harry Juniorlar!?!

Ocak 7, 2010, 12:39 am | Futbol, Galatasaray, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>

Harry Kewell. Hagi ile birlikte Galatasaray’a geldiği için, onu taraftarı olduğum kulüpte izlediğim için kendimi şanslı saydığım en önemli futbolcu. Çoğunuz karşı çıkacaktır ama “komple” futbolculuk açısından Hagi’nin de önünde benim gözümde. Komple futbolculuk derken sadece saha içindeki oyunu, performansı falan değil, saha dışında görüntüsü, yedek kulübesindeki hali, duruşu, yürüyüşü osu busu herşeyi kapsam içine alıyorum. Herşeyden önce adamın her yanından asalet akıyor. Açıklamalarına bakarsanız da bir o kadar mütevazi. Bizim bildiğimiz ya da yıllardır gördüğümüz futbolcu kriterlerinin çok çok dışında biri. Az çok tanıdığım için söylüyorum ki onun gibi bir de Ergün Pembe vardı. Adam da kibirden gururdan eser yoktu. Fırtına gibi estiği dönemlerde Zonguldak’ın Saltukovası’na trenle gelir pazarda herkesin içinde meyvesini sebzesini alır, tanıdıklarının halini hatrını sorar sonrada evine dönerdi. Harry’de öyle. Sanki akşam bana telefon edecek. “Ozhano, akşama oturmaya geleceğiz iki de tavla atarız” diyecek gibi bir hali var. Yani kibir görmüyorum böbürlenme görmüyorum adamı izlerken. Sahada eğer bir futbolcu duruşu varsa o Harry Kewell’daki gibi olmalıdır. Adamın hakeme itirazı bile bir başka geliyor. Ağır, kendinden emin, saygılı ama hakkını da yedirmeyen; böylesi tabiki karşısındakini hemen avcunun içine alır.
Niye bunları yazıyorum: Bugün oturduğum sitede sitenin çocukları kurmuşlar taştan kaleleri maç yapıyorlardı. Normalde çimleri ezdikleri için kızıyordum ama 10 çocuğun 6 sında Harry forması görünce birşey diyemedim, ilgimi çekti dolayısıyla ben de seyretmeye başladım. Dikkat ettim hepsi de Harry gibi koşmaya çalışıyordu. Göğüs hafif ilerde ve dik. Hatta içlerinden biri işi bir adım daha ileri götürdü, golü attı, bir arkadaşı hemen yanına geldi aynı Harry ile Elano’nun bir gol sonrası yaptığı dansı yapmaya başladılar. Gülmekten katıldım ne yalan söyleyeyim.Biz de böyle değil miydik? Az mı Hagi gibi topa vurmaya, Hakan gibi kafa vurmaya çalışmadık. Genç iken! idmanlarda, idman bittikten sonra bir arkadaşımla Hagi’nin serbest vuruşlarda topa nasıl vurduğunu tartışır ondan sonra 1 saat onun gibi serbest vuruş kullanmaya çalışırdık. İdol olmak kolay değil. Ama Hagi bizim idolümüzdü yaptıklarıyla. Ama sadece saha içinde futbol bakımından yaptıklarıyla. İtirazları, kavgaları her zaman yapılmaması gerekenler listesindeydi. He Hagi’yi idol yaptın da ne oldu diyenler olabilir. Ne oldu: ben parayı pulu şanı şöhreti bir kenara bırakıp bilime kendimi adadım. Güvenemedim kendime. Birlikte çalıştığım arkadaş mı? O aldı yürüdü. Tek kurtuluşu futboldu. O da layıkıyla o işi yapmakta.

Demek istediğim Harry bu ülkede çocukların gerçekten komple bir futbolcu nasıl olur sorusuna verilecek en önemli örneklerden biri belki de bir numarası. Bir de Alex’i görürüm bu kapsamda. İşin içine çocukların eğitimi girince taraftarlık, fanatizm gibi olguların bir kenara bırakılması gerek. Çocuklarımız eğer birilerini örnek alacaksa Harry bir numaralı örnektir benim gözümde ve Türkiye’de belki de bilmeden onca çocuğa eğitim veren bu insanın hemen çekip gitmesine kesinlikle izin verilmemeli. Fedakarlık yapacağını, Galatasaray’da kalabileceğini açıkladı ama kafa karıştıran kendisine önerilen rakamla istediği rakam arasında büyük bir fark olduğu. Ne istiyorsa verilmeli kulüp bünyesinde tutulmalıdır kendisi. Çünkü eğitim bu ülkede futbolda kesinlikle şart ve o eğitimi verecek insan olarak Kewell biçilmiş kaftan.

Sitemdeki Harry Juniorlar!?!

Ocak 7, 2010, 12:39 am | Futbol, Galatasaray, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | 3 Yorum
Harry Kewell. Hagi ile birlikte Galatasaray’a geldiği için, onu taraftarı olduğum kulüpte izlediğim için kendimi şanslı saydığım en önemli futbolcu. Çoğunuz karşı çıkacaktır ama “komple” futbolculuk açısından Hagi’nin de önünde benim gözümde. Komple futbolculuk derken sadece saha içindeki oyunu, performansı falan değil, saha dışında görüntüsü, yedek kulübesindeki hali, duruşu, yürüyüşü osu busu herşeyi kapsam içine alıyorum. Herşeyden önce adamın her yanından asalet akıyor. Açıklamalarına bakarsanız da bir o kadar mütevazi. Bizim bildiğimiz ya da yıllardır gördüğümüz futbolcu kriterlerinin çok çok dışında biri. Az çok tanıdığım için söylüyorum ki onun gibi bir de Ergün Pembe vardı. Adam da kibirden gururdan eser yoktu. Fırtına gibi estiği dönemlerde Zonguldak’ın Saltukovası’na trenle gelir pazarda herkesin içinde meyvesini sebzesini alır, tanıdıklarının halini hatrını sorar sonrada evine dönerdi. Harry’de öyle. Sanki akşam bana telefon edecek. “Ozhano, akşama oturmaya geleceğiz iki de tavla atarız” diyecek gibi bir hali var. Yani kibir görmüyorum böbürlenme görmüyorum adamı izlerken. Sahada eğer bir futbolcu duruşu varsa o Harry Kewell’daki gibi olmalıdır. Adamın hakeme itirazı bile bir başka geliyor. Ağır, kendinden emin, saygılı ama hakkını da yedirmeyen; böylesi tabiki karşısındakini hemen avcunun içine alır.
Niye bunları yazıyorum: Bugün oturduğum sitede sitenin çocukları kurmuşlar taştan kaleleri maç yapıyorlardı. Normalde çimleri ezdikleri için kızıyordum ama 10 çocuğun 6 sında Harry forması görünce birşey diyemedim, ilgimi çekti dolayısıyla ben de seyretmeye başladım. Dikkat ettim hepsi de Harry gibi koşmaya çalışıyordu. Göğüs hafif ilerde ve dik. Hatta içlerinden biri işi bir adım daha ileri götürdü, golü attı, bir arkadaşı hemen yanına geldi aynı Harry ile Elano’nun bir gol sonrası yaptığı dansı yapmaya başladılar. Gülmekten katıldım ne yalan söyleyeyim.Biz de böyle değil miydik? Az mı Hagi gibi topa vurmaya, Hakan gibi kafa vurmaya çalışmadık. Genç iken! idmanlarda, idman bittikten sonra bir arkadaşımla Hagi’nin serbest vuruşlarda topa nasıl vurduğunu tartışır ondan sonra 1 saat onun gibi serbest vuruş kullanmaya çalışırdık. İdol olmak kolay değil. Ama Hagi bizim idolümüzdü yaptıklarıyla. Ama sadece saha içinde futbol bakımından yaptıklarıyla. İtirazları, kavgaları her zaman yapılmaması gerekenler listesindeydi. He Hagi’yi idol yaptın da ne oldu diyenler olabilir. Ne oldu: ben parayı pulu şanı şöhreti bir kenara bırakıp bilime kendimi adadım. Güvenemedim kendime. Birlikte çalıştığım arkadaş mı? O aldı yürüdü. Tek kurtuluşu futboldu. O da layıkıyla o işi yapmakta.

Demek istediğim Harry bu ülkede çocukların gerçekten komple bir futbolcu nasıl olur sorusuna verilecek en önemli örneklerden biri belki de bir numarası. Bir de Alex’i görürüm bu kapsamda. İşin içine çocukların eğitimi girince taraftarlık, fanatizm gibi olguların bir kenara bırakılması gerek. Çocuklarımız eğer birilerini örnek alacaksa Harry bir numaralı örnektir benim gözümde ve Türkiye’de belki de bilmeden onca çocuğa eğitim veren bu insanın hemen çekip gitmesine kesinlikle izin verilmemeli. Fedakarlık yapacağını, Galatasaray’da kalabileceğini açıkladı ama kafa karıştıran kendisine önerilen rakamla istediği rakam arasında büyük bir fark olduğu. Ne istiyorsa verilmeli kulüp bünyesinde tutulmalıdır kendisi. Çünkü eğitim bu ülkede futbolda kesinlikle şart ve o eğitimi verecek insan olarak Kewell biçilmiş kaftan.

>Ceyhun Eriş, Yusuf Şimşek-2 Olamaz mı?

Aralık 27, 2009, 10:36 pm | Futbol, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>

Türkiye Liglerinde Allah’ın kendisine verdiği yetenekleri kullanıp futbol oynamak yerine aklı salt top oynamak dışındaki şeylere çalışan ve bu yüzden hem kendisine hem de mensup oldukları kulüp taraftarlarına ihanet eden en önemli futbolculardan biridir Ceyhun Eriş. En son Ankaragücü’nde futbol hayatına devam edip kaptanlığa kadar yükseldikten sonra saha içerisindeki hırsını saha dışında da devam ettirdiği için kadrodışı bırakılmıştı. Zaten kendisi oyandığı takımların çoğundan bu ve benzeri hareketleri sebebiyle gönderilmişti. Fenerbahçe’de Ortega olayı bunlardan en önemlisi idi. Kısacası saha içinde zaman zaman yaptığı onca olumlu hareketi gerek saha içindeki gerek saha dışındaki kavgaları ve konuşmaları ile yok etmişti. Şimdi de yeni rotası Manisaspor olacak gibi görünüyor. Yaşı artık 32 den 33 e geçiyor. Bu yaşına kadar oynadığı hiçbir kulüpte başarılarından bahsedilmedi. Ama hiçbir zaman da yeteneklerinden şüphe edilecek bir oyuncu da değildi ve halen daha da değil. İlginç olan yaş ilerledikçe kişilik ya da agresiflik olarak daha durulacağına aksine daha saldırgan hale geldi. Açıkçası Ceyhun’un artık çok geç olmasına rağmen sahada sadece kalitesini göstermesi gerek. Yoksa Manisaspor Ceyhun’un Süper Ligde sığınabileceği son liman olabilir. Eğer Manisaspor’da Ceyhun’un sadece yeteneklerini gösterirse Yusuf’un Beşiktaş’a transferi gibi bir transfere imza atması uzak bir olasılık değil. Eğer gideceği takımda iyi bir performans gösterip 4 büyüklerden birine transfer olursa da o da gazetelere Yusuf gibi yıllarca yaptığı yanlışlıkları anlatıp pişmanlığını belirtir ve genç futbolculara kendisi gibi olmamalarını söyler. Olmaz mı?

Ceyhun Eriş, Yusuf Şimşek-2 Olamaz mı?

Aralık 27, 2009, 10:36 pm | Futbol, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın
Türkiye Liglerinde Allah’ın kendisine verdiği yetenekleri kullanıp futbol oynamak yerine aklı salt top oynamak dışındaki şeylere çalışan ve bu yüzden hem kendisine hem de mensup oldukları kulüp taraftarlarına ihanet eden en önemli futbolculardan biridir Ceyhun Eriş. En son Ankaragücü’nde futbol hayatına devam edip kaptanlığa kadar yükseldikten sonra saha içerisindeki hırsını saha dışında da devam ettirdiği için kadrodışı bırakılmıştı. Zaten kendisi oyandığı takımların çoğundan bu ve benzeri hareketleri sebebiyle gönderilmişti. Fenerbahçe’de Ortega olayı bunlardan en önemlisi idi. Kısacası saha içinde zaman zaman yaptığı onca olumlu hareketi gerek saha içindeki gerek saha dışındaki kavgaları ve konuşmaları ile yok etmişti. Şimdi de yeni rotası Manisaspor olacak gibi görünüyor. Yaşı artık 32 den 33 e geçiyor. Bu yaşına kadar oynadığı hiçbir kulüpte başarılarından bahsedilmedi. Ama hiçbir zaman da yeteneklerinden şüphe edilecek bir oyuncu da değildi ve halen daha da değil. İlginç olan yaş ilerledikçe kişilik ya da agresiflik olarak daha durulacağına aksine daha saldırgan hale geldi. Açıkçası Ceyhun’un artık çok geç olmasına rağmen sahada sadece kalitesini göstermesi gerek. Yoksa Manisaspor Ceyhun’un Süper Ligde sığınabileceği son liman olabilir. Eğer Manisaspor’da Ceyhun’un sadece yeteneklerini gösterirse Yusuf’un Beşiktaş’a transferi gibi bir transfere imza atması uzak bir olasılık değil. Eğer gideceği takımda iyi bir performans gösterip 4 büyüklerden birine transfer olursa da o da gazetelere Yusuf gibi yıllarca yaptığı yanlışlıkları anlatıp pişmanlığını belirtir ve genç futbolculara kendisi gibi olmamalarını söyler. Olmaz mı?

>Merhametten Maraz mı Doğdu Yani!

Aralık 26, 2009, 3:31 pm | Futbol, Galatasaray, ozhano, Sıkıntı, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>

Galatasaray’ın 2007-2008 sezonunda orta sahada oyunu hem defansif hem de ofansif olarak iyi oynadığı düşünülerek yaptığı transfer olan Linderoth yaklaşık üç sezonluk Galatasaray macerası o zamana kadarki futbol hayatında hiç yaşamadığı kadar ciddi bir sakatlığın gölgesinde devam etti. Galatasaraylı yöneticiler ise kimisine göre profesyonellikten uzak kimisine göre çıkmadık candan umut kesilmez ya da “bizdeyken kötü bir sakatlık yaşayan oyuncuyu kaderiyle başbaşa bırakmaz olmaz” düşüncesi içerisinde sözleşmesini feshetme yoluna gitmeyip yıllık ücretinde belli bir indirim yapıp Galatasaray çatısı altında kalmasına izin verdiler. Sadece bu uygulama bile Linderoth’un Galatasaray’a minnettar olmasını gerektiren bir durumdu.

Geldiğinden bu yana her sezon başı ya da sezonların ikinci yarılarına başlarken bir ümit ile Linderoth’un Galatasaray’ın asıl transferi olacağı ve patlama yapacağı konuşulur ancak sezon başlar ve Linderoth neredeyse ilk oyuna girdiği maçta nasıl başarabiliyorsa sakatlığını nüksettirirdi ve sezonu başlamadan kapatırdı. Mukavelesinin sona ereceği son sezon olan bu sezonda ise nasılsa sakatlanmadı halen daha. Ama yöneticiler bu sefer olacakları bildikleri için Linderoth ile sözleşmeyi feshetmek istiyorlar. Ancak nasıl bir durumdur ki bu sefer de Linderoth benim mukavelem Haziran’da bitiyor ve o zamana kadar buradayım diyerek kulüpte kalmak için ısrarını sürdürüyor. Tabiki olay Linderoth’un Galatasaray’a bağlılığı ya da kulübü çok sevmesi değil tamamen duygusal. Gideceği düşünülen istikamet olan Elfsborg’da şu an Galatasaray’dan aldığının belki de yarısını alamayacak. Evet profesyonellik çerçevesi içerisinde Linderoth’un ısrarı çok normal karşılanabilir. Ancak 3 sezonda Servet’in bir sezonda oynadığı maçın yarısını çıkaramayan bir futbolcunun bu şekilde halen parayı düşünebilmesi bana ters geliyor. Büyük ihtimalle Linderoth’a sezon sonuna kadar olan alacağının bir miktarı verilerek yollar ayrılacak. Ancak Galatasaray yöneticilerinin yaşadığı bu olay kulaklara küpe olacaktır: Merhametten maraz doğuyor.

Merhametten Maraz mı Doğdu Yani!

Aralık 26, 2009, 3:31 pm | Futbol, Galatasaray, ozhano, Sıkıntı, TSL kategorisinde yayınlandı | 2 Yorum
Galatasaray’ın 2007-2008 sezonunda orta sahada oyunu hem defansif hem de ofansif olarak iyi oynadığı düşünülerek yaptığı transfer olan Linderoth yaklaşık üç sezonluk Galatasaray macerası o zamana kadarki futbol hayatında hiç yaşamadığı kadar ciddi bir sakatlığın gölgesinde devam etti. Galatasaraylı yöneticiler ise kimisine göre profesyonellikten uzak kimisine göre çıkmadık candan umut kesilmez ya da “bizdeyken kötü bir sakatlık yaşayan oyuncuyu kaderiyle başbaşa bırakmaz olmaz” düşüncesi içerisinde sözleşmesini feshetme yoluna gitmeyip yıllık ücretinde belli bir indirim yapıp Galatasaray çatısı altında kalmasına izin verdiler. Sadece bu uygulama bile Linderoth’un Galatasaray’a minnettar olmasını gerektiren bir durumdu.

Geldiğinden bu yana her sezon başı ya da sezonların ikinci yarılarına başlarken bir ümit ile Linderoth’un Galatasaray’ın asıl transferi olacağı ve patlama yapacağı konuşulur ancak sezon başlar ve Linderoth neredeyse ilk oyuna girdiği maçta nasıl başarabiliyorsa sakatlığını nüksettirirdi ve sezonu başlamadan kapatırdı. Mukavelesinin sona ereceği son sezon olan bu sezonda ise nasılsa sakatlanmadı halen daha. Ama yöneticiler bu sefer olacakları bildikleri için Linderoth ile sözleşmeyi feshetmek istiyorlar. Ancak nasıl bir durumdur ki bu sefer de Linderoth benim mukavelem Haziran’da bitiyor ve o zamana kadar buradayım diyerek kulüpte kalmak için ısrarını sürdürüyor. Tabiki olay Linderoth’un Galatasaray’a bağlılığı ya da kulübü çok sevmesi değil tamamen duygusal. Gideceği düşünülen istikamet olan Elfsborg’da şu an Galatasaray’dan aldığının belki de yarısını alamayacak. Evet profesyonellik çerçevesi içerisinde Linderoth’un ısrarı çok normal karşılanabilir. Ancak 3 sezonda Servet’in bir sezonda oynadığı maçın yarısını çıkaramayan bir futbolcunun bu şekilde halen parayı düşünebilmesi bana ters geliyor. Büyük ihtimalle Linderoth’a sezon sonuna kadar olan alacağının bir miktarı verilerek yollar ayrılacak. Ancak Galatasaray yöneticilerinin yaşadığı bu olay kulaklara küpe olacaktır: Merhametten maraz doğuyor.

>Rıza Çalımbay-Youla-Profesyonellik

Aralık 22, 2009, 11:07 pm | Eskişehirspor, Futbol, ozhano, Sıkıntı, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>

1-2 gündür Eskişehirspor’da teknik direktör Rıza Çalımbay ile Youla arasında cereyan eden olaylar spor kamuoyunda biliniyor. Youla, Eskişehirspor’un ilk yarıdaki son lig maçı olan Diyarbakırspor maçından sonra sakat olduğu gerekçesi ile Türkiye Kupası maçında oynamak istemiyor ve yılbaşı için erkenden ülkesinin yolunu tutmayı planlıyor. Youla’nın bu planı Rıza Hoca’nın reddi ile bozuluyor. Youla da bunun üzerine tası tarağı toplayıp ülkesinin yolunu tutup Rıza Hoca’yı medya yoluyla topa tutuyor. Aslında yaşananlar her sezon yılbaşları öncesi takımlarda yabancı oyuncularla kulüpler arasında yaşanan yani spor kamuoyunun hiç yabancı olmadığı bir olay. Burada çoğu kulüp, oyuncusunun suyuna gidip gerekli izni kendilerine veriyor ama arada Rıza Hoca gibi kararlar alanlar da çıkıyor. Hocanın yaptığı yanlış mıdır doğru mudur onu bilemem ama her iki tarafın medyada birbiri hakkındaki demeçleri hiç doğru değil. Youla’nın Fransa’ya iner inmez Rıza Hoca için yaptığı “sahtekar” açıklamasına Rıza Çalımbay’dan “nankör” açıklaması ile karşılık geliyor. Ama bunlar hep medya yolu ile oluyor. Yani kol kırılır yen içinde kalır sözü bu olayda kesinlikle işlemiyor. Hatta herkes duysun istenircesine özellikle medya kullanılıyor gibi geliyor bana. İşin ilginç yanı, olanlara ve açıklamalara bakılırsa Eskişehir yönetimi de ne Youla’ya ne de Rıza Hoca’ya “sus be kardeşim, niye medya ile sürekli konuşuyorsun?” demiyor ya da diyor ama yönetimi de takan yok. Youla zaten kadro dışı onun takmamasını anlarım da Rıza Hoca’nın bu şekilde Youla’nın kişiliğine zarar verecek kadar ileri giden açıklamaları yönetim tarafından da destekleniyor sonucu çıkıyor tüm bu olaylar ve açıklamalardan sonra. Yani olaya genel olarak bakıldığında baştan aşağıya yanlışlarla dolu. Yanlışlar ne peki?
1. Youla’nın izin isteğinin reddedilmesinden sonra takımdan ayrılması en baştaki yanlış. İş sözleşme imzalamaya gelince profesyonelim diye ortada dolaşanlar o profesyonellik ilkeleri kendi ayaklarına dolaşınca da susmasını, kafasını öne eğip istenileni yapmasını da bilmeliler.

2. Rıza Hoca’nın Youla’nın isteğini reddetmesi olağan ama eğer Youla’yı kaybetmek istemese güzel bir üslup ile bu işi bu kadar arapsaçı olmadan çözebilirdi. Belki de Diyarbakırspor maçında kaçırdığı gollerin siniri ile üstüne bir de izin isteyince patlamış olabilir Youla’ya.

3. Youla’nın şimdiye kadarki futbolculuk kariyerinde hiçbir teknik direktörle kavga ettiğini hatırlamıyorum. Muhakkak kendisini çok zedeleyen bazı olaylar yaşamıştır ki kendi iddiasına göre 2 aydır sakat sakat oynuyormuş. Nitekim bunların sonucunda teknik direktörü ile bu kadar aşağı seviyelerde kavga edecek duruma geldi ama yine 1. maddedeki gibi ben profesyonel futbolcuyum diyip ondan sonra profesyonelce alınmış bir karara saygı duymamak ve kafasının estiğini yapmak Youla’nın Eskişehirspor’daki futbol hayatını bitirdi.

4. Gelelim Rıza Çalımbay’a. Bir teknik direktörün futbolcusu ile aralarında ne yaşanırsa yaşansın olayla ya da futbolcu ile ilgili medyaya çıkıp bu kadar derinlemesine konuşması hatta işi futbolcunun kişiliğine saldıracak cümlelere kadar getirmesi de yanlış. Teknik direktörün böyle bir olayda diyebileceği tek söz ” Futbolcu profesyonelliğe yakışmayacak br harekette bulunmuş ve bunun sonucunda kadro dışı bırakılmıştır.” olmalı. Futbolcu ne söylerse söylesin…

5. Eskişehirspor yönetimi de bu olaydaki en suçlu görünen taraf. Olaylar bu şekilde gerçekleşirken olayın içine girip yaşananları bıçak gibi kesecek mevki kulüp yönetimidir. Onlar da Youla’nın maliyetinden kurtulmak için sanırım Youla’nın kaçması için gerekli ortamın oluşmasını beklediler.

Sonuç olarak Youla’nın Eskişehirspor kariyeri sona erdi gibi görünüyor. Sona erdi diyemiyorum çünkü biz birbirlerine küfür edip daha sonra sarmaş dolaş olanları da gördük bu ülkede. Ama Eskişehirspor gibi Türkiye Liglerinin saygın bir kulübünün adının futbol başarılarının yerine bu tip olaylarla medyaya taşınması beni bir futbolsever olarak çok üzdü.

Rıza Çalımbay-Youla-Profesyonellik

Aralık 22, 2009, 11:07 pm | Eskişehirspor, Futbol, ozhano, Sıkıntı, TSL kategorisinde yayınlandı | 3 Yorum
1-2 gündür Eskişehirspor’da teknik direktör Rıza Çalımbay ile Youla arasında cereyan eden olaylar spor kamuoyunda biliniyor. Youla, Eskişehirspor’un ilk yarıdaki son lig maçı olan Diyarbakırspor maçından sonra sakat olduğu gerekçesi ile Türkiye Kupası maçında oynamak istemiyor ve yılbaşı için erkenden ülkesinin yolunu tutmayı planlıyor. Youla’nın bu planı Rıza Hoca’nın reddi ile bozuluyor. Youla da bunun üzerine tası tarağı toplayıp ülkesinin yolunu tutup Rıza Hoca’yı medya yoluyla topa tutuyor. Aslında yaşananlar her sezon yılbaşları öncesi takımlarda yabancı oyuncularla kulüpler arasında yaşanan yani spor kamuoyunun hiç yabancı olmadığı bir olay. Burada çoğu kulüp, oyuncusunun suyuna gidip gerekli izni kendilerine veriyor ama arada Rıza Hoca gibi kararlar alanlar da çıkıyor. Hocanın yaptığı yanlış mıdır doğru mudur onu bilemem ama her iki tarafın medyada birbiri hakkındaki demeçleri hiç doğru değil. Youla’nın Fransa’ya iner inmez Rıza Hoca için yaptığı “sahtekar” açıklamasına Rıza Çalımbay’dan “nankör” açıklaması ile karşılık geliyor. Ama bunlar hep medya yolu ile oluyor. Yani kol kırılır yen içinde kalır sözü bu olayda kesinlikle işlemiyor. Hatta herkes duysun istenircesine özellikle medya kullanılıyor gibi geliyor bana. İşin ilginç yanı, olanlara ve açıklamalara bakılırsa Eskişehir yönetimi de ne Youla’ya ne de Rıza Hoca’ya “sus be kardeşim, niye medya ile sürekli konuşuyorsun?” demiyor ya da diyor ama yönetimi de takan yok. Youla zaten kadro dışı onun takmamasını anlarım da Rıza Hoca’nın bu şekilde Youla’nın kişiliğine zarar verecek kadar ileri giden açıklamaları yönetim tarafından da destekleniyor sonucu çıkıyor tüm bu olaylar ve açıklamalardan sonra. Yani olaya genel olarak bakıldığında baştan aşağıya yanlışlarla dolu. Yanlışlar ne peki?
1. Youla’nın izin isteğinin reddedilmesinden sonra takımdan ayrılması en baştaki yanlış. İş sözleşme imzalamaya gelince profesyonelim diye ortada dolaşanlar o profesyonellik ilkeleri kendi ayaklarına dolaşınca da susmasını, kafasını öne eğip istenileni yapmasını da bilmeliler.

2. Rıza Hoca’nın Youla’nın isteğini reddetmesi olağan ama eğer Youla’yı kaybetmek istemese güzel bir üslup ile bu işi bu kadar arapsaçı olmadan çözebilirdi. Belki de Diyarbakırspor maçında kaçırdığı gollerin siniri ile üstüne bir de izin isteyince patlamış olabilir Youla’ya.

3. Youla’nın şimdiye kadarki futbolculuk kariyerinde hiçbir teknik direktörle kavga ettiğini hatırlamıyorum. Muhakkak kendisini çok zedeleyen bazı olaylar yaşamıştır ki kendi iddiasına göre 2 aydır sakat sakat oynuyormuş. Nitekim bunların sonucunda teknik direktörü ile bu kadar aşağı seviyelerde kavga edecek duruma geldi ama yine 1. maddedeki gibi ben profesyonel futbolcuyum diyip ondan sonra profesyonelce alınmış bir karara saygı duymamak ve kafasının estiğini yapmak Youla’nın Eskişehirspor’daki futbol hayatını bitirdi.

4. Gelelim Rıza Çalımbay’a. Bir teknik direktörün futbolcusu ile aralarında ne yaşanırsa yaşansın olayla ya da futbolcu ile ilgili medyaya çıkıp bu kadar derinlemesine konuşması hatta işi futbolcunun kişiliğine saldıracak cümlelere kadar getirmesi de yanlış. Teknik direktörün böyle bir olayda diyebileceği tek söz ” Futbolcu profesyonelliğe yakışmayacak br harekette bulunmuş ve bunun sonucunda kadro dışı bırakılmıştır.” olmalı. Futbolcu ne söylerse söylesin…

5. Eskişehirspor yönetimi de bu olaydaki en suçlu görünen taraf. Olaylar bu şekilde gerçekleşirken olayın içine girip yaşananları bıçak gibi kesecek mevki kulüp yönetimidir. Onlar da Youla’nın maliyetinden kurtulmak için sanırım Youla’nın kaçması için gerekli ortamın oluşmasını beklediler.

Sonuç olarak Youla’nın Eskişehirspor kariyeri sona erdi gibi görünüyor. Sona erdi diyemiyorum çünkü biz birbirlerine küfür edip daha sonra sarmaş dolaş olanları da gördük bu ülkede. Ama Eskişehirspor gibi Türkiye Liglerinin saygın bir kulübünün adının futbol başarılarının yerine bu tip olaylarla medyaya taşınması beni bir futbolsever olarak çok üzdü.

Keita-Elano-Kewell Geldi; Sıra Sende Arda…

Aralık 11, 2009, 10:56 pm | Futbol, Galatasaray, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

Antalyaspor 2-3 Galatasaray
Maçtan önce günlerdir Antalyaspor’un teknik direktörü Mehmet Özdilek’in kendine müthiş güvenen açıklamaları, üstüne 4-5 maçtır Antalya’da Antalyaspor’a karşı üstünlük sağlayamamış olmak, eksiklikler, formsuzluklar ve özgüven eksikliği. Tüm bunları üstüste koyunca ilk yirmi dakikada maç 2-0 Antalyaspor lehine geldi.

Halbuki maça o kadar da kötü kötü başlamadı Galatasaray. Hatta çok da iyi başladı denebilir. 5. dakikada “takım çok iyi başladı devam…” dedim ama içimde nedense sıkıntı vardı çünkü herşeyden önce kalede Franco onun önünde formsuz bir defans dörtlüsü vardı. İşte iyi başladı lafından sonra maaşallah demeyi, dilimizi ısırmayı unuttuk olan oldu 1. gol geldi. Ama böyle de gol yenmez ki. Evet Antalyaspor bu sezon ligde en çok kafa golü atan takım olabilir, evet buna karşı ekstra bazı uygulamalara girişilebilir ama Galatasaray gibi birbiri ile uyumsuz 4 tane adamın olduğu defans ile yapılacak en son uygulama ofsayt tuzağıdır. Hadi birini yedin eyvallah bari aklını başını al da ikincisinde akıllı ol adam adama markaja geç. Yok tutturdular bir ofsayt tuzağı 2. golü de aynı şekilde yediler. Karbon kağıdında elde edilmiş gibi atılmış iki gol. Bu uygulamayı yaptıranın Rijkaard olduğuna inanmıyorum ya da inanmak istemiyorum. Çünkü eğer bunu Rijkaard uygulattıysa oyuncularını halen daha tanımıyor demektir. İkinci gol de gelince film tamamen koptu zannetti Antalyasporlu oyuncular, teknik ekipleri ve taraftarı.

Halbuki Galatasaray’ın eğer orta sahada oyunu sırtlayabilecek bir tanecik oyuncusu olursa neler olabileceği ligin ilk haftalarında çok güzel gösterilmişti. Hele şükür Elano çıktı sahneye. Hele şükür diyorum çünkü Elano’nun ceza sahasının içine girdiği ya da etrafında dolandığı her pozisyona yarım gol diyorum ben. Bu maçta da tam düşündüğüm ya da istediğim veya beklediğim pozisyonda oynadı. Fizik gücü de son iki maçta diğer maçlara göre çok çok iyiydi. Bununla birlikte 2-0 dan sonra maçın içine Kewell ve Keita’nın da girmesiyle bende seyir defterine yazılacak yazının sonu değişebilecek hissi uyandı. Tek düşüncem eğer ilk yarıda bir gol bulunabilirse ve Antalyasporlu futbolcular skoru koruma hissiyle geriye çekilirse maçın çevrileceği, en azından beraberliğin sağlanabileceğiydi ki maç tam bu şekilde gelişti.

İlk golde Harry çaktı olmadı, top kaleye girmeyeceğim diye inat etti ancak ne var ki Keita hay senin gibi topa diyip kalenin içine kadar soktu topu. Bu arada Keita’nın hakkını vermeden geçmeyeceğim. Maçın en iyisiydi, dönüştürücüsüydü, katalizörüydü. Oynayası vardı, dağıttı kendi tarafını. Karşısına bir adam koydu rakip heyet, hadi ordan dedi; yetmedi iki adam koydular, bu kadar mı der gibi bir havadaydı. Kısacası hem ben buyum dedi hem de Rijkaard’a da mesajını attı.

Maç 2-1 olduktan sonra ilk yarının bitmesine uzun denebilecek bir süre vardı ancak Galatasaray tempoyu yükseltemedi. Burada Arda’ya bir kaç kelam etmek lazım. Kaptanımız, seviyoruz ama günden güne daha da yavaş oynamaya başladı. Topu ayağını alıyor, bekliyor, sanki rakip defans bir yerine geçsin bizim oyunculara karşı pozisyonlarını alsınlar ondan sonra der gibiydi, artı zaman zaman anlamsız çalımlar yapmaya çalışıyor. Olmuyor, ileriye dönük oynayanlar arasında en sırıtan oyuncu. He kötü mü oynuyor, bir işe yaramıyor mu? Buna da hayır derim ama beklentilerin çok çok altında. Aslında bu eleştirileri yapmam da haksız geliyor. Neden mi hangi futbolcu var ki hep üst düzeyde olsun? Sezona diğer oyunculardan bir ay öncesinden başlayan bir oyuncu zirveye belli bir sürede ulaşır ve sonra düşemeye başlar. Arda’da da şu anda o düşüş var kanımca.

İlk yarı bittiğinde tek düşüncem ikinci yarının ilk 3-5 dakikalık bölümünün ne olacağı idi ki maç başladı Antalyasporlu oyuncular Galatasaraylıları geride karşılamaya başladılar gol kesin gelir dedim ama yiyebileceğimiz de aşikardı ki Galatasaray’ın ikinci golünden önce Antalyaspor’un kaçırdığı pozisyon döndü, Elano’dan işte sen busun dedirtecek gol geldi. Hem o kendine geldi hem de Galatasaraylıları kendine getirdi.

Diğer yandan Keitacan bu akşam çok iyi bir örnek oldu kendini en küçük bir darbede tutmada çekmede bırakanlara. Bazen bireysel direnç bile maçı kendi ekibine kazandırır. Keita’yı çektiler düşmedi tuttular düşmedi olmadı adam sırtına çıkmaya çalıştı devam etti Harry’ye güzel bir pas verdi Harry de gerekeni yaptı. Maç 3-2 oldu ama maçın bu şekilde biteceği de muallaktaydı, daha gol olacağı gibi bir oyun vardı. Antalyaspor golü bulabilirdi, Galatasaray farkı açabilirdi ama ikisi de olmadı maç bu skorla bitti.

Şimdi gelelim iki oyuncuya: Sedat Ağçay ve Yalçın Ayhan. Maç içinde iyi oynasınlar gol atsınlar coşsunlar coştursunlar eyvallah. Ama terbiyesiz ve sportmenliğe yakışmayacak bir şekilde hem hakemin hem de Galatasaraylı oyuncuların üzerine oynanmaz. Nasıl bir kuyruk acısıysa kendilerindeki her Galatasaray maçında hangi takımda olurlarsa olsunlar çirkinliklerle görüntülerde oluyorlar. Zaten ikisine hakem de dayanamadı belli bir müddet sonra kartlarını aldılar, rahatladılar. Biri Keita’yı diğeri de Kewell’ı sürekli tekmelerle durdurmaya çalıştı. Ama Allah büyük ki tutmaya çalıştıkları iki oyuncu bu gecenin parlayan yıldızlarıydı.

Zaten son maçlarda Kewell’a yapılan acayip sertlikler var. Hakemler de çoğu zaman bu sertliklere de göz yumuyor ya da göremiyorlar. Helal olsun o mülayim insanı da çıldırttılar en sonunda. Yazıya Cenky’nin teklifi ile son vereyim:

Kewell bu takıma başkan da olsun, t.d. de olsun, futbolcu da olsun, herşey olsun. O kadar ağır ve efendi ki Başkan desen sırıtmaz, takımını saha içinde yönetme eğilimini bu sezon daha çok gösteriyor ki teknik direktör olarak kenara koy sırıtmaz, sahanın içine girince ise öpüyorum onun alnından ne alnı her yanından :)))))

Evet maçı kazandık ama hiç pembe tabloya gerek yok. Geçen haftaki maçtan farklı bir şey yok. İki yüzlü bir Galatasaray var halen daha. Orta sahanın ileriye dönük kısmına geçince herşey güllük gülistanlık Avrupai bir takım, tam ters yönü düşününce çatladıkapıspor kadar gücü olmayan bir takım. Yani kısacası sıkıntılar hala devam ediyor. Kewell, Arda, Keita, Elano’nun birbirlerine bağlantılarını kesen her takıma karşı Galatasaray zorlanır ki bu akşam torbadan beklenmeyen bir isim çıktı, o da Elano’ydu. Çıktı bir daha da girmez inşallah…

>Keita-Elano-Kewell Geldi; Sıra Sende Arda…

Aralık 11, 2009, 10:56 pm | Futbol, Galatasaray, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>

Antalyaspor 2-3 Galatasaray
Maçtan önce günlerdir Antalyaspor’un teknik direktörü Mehmet Özdilek’in kendine müthiş güvenen açıklamaları, üstüne 4-5 maçtır Antalya’da Antalyaspor’a karşı üstünlük sağlayamamış olmak, eksiklikler, formsuzluklar ve özgüven eksikliği. Tüm bunları üstüste koyunca ilk yirmi dakikada maç 2-0 Antalyaspor lehine geldi.

Halbuki maça o kadar da kötü kötü başlamadı Galatasaray. Hatta çok da iyi başladı denebilir. 5. dakikada “takım çok iyi başladı devam…” dedim ama içimde nedense sıkıntı vardı çünkü herşeyden önce kalede Franco onun önünde formsuz bir defans dörtlüsü vardı. İşte iyi başladı lafından sonra maaşallah demeyi, dilimizi ısırmayı unuttuk olan oldu 1. gol geldi. Ama böyle de gol yenmez ki. Evet Antalyaspor bu sezon ligde en çok kafa golü atan takım olabilir, evet buna karşı ekstra bazı uygulamalara girişilebilir ama Galatasaray gibi birbiri ile uyumsuz 4 tane adamın olduğu defans ile yapılacak en son uygulama ofsayt tuzağıdır. Hadi birini yedin eyvallah bari aklını başını al da ikincisinde akıllı ol adam adama markaja geç. Yok tutturdular bir ofsayt tuzağı 2. golü de aynı şekilde yediler. Karbon kağıdında elde edilmiş gibi atılmış iki gol. Bu uygulamayı yaptıranın Rijkaard olduğuna inanmıyorum ya da inanmak istemiyorum. Çünkü eğer bunu Rijkaard uygulattıysa oyuncularını halen daha tanımıyor demektir. İkinci gol de gelince film tamamen koptu zannetti Antalyasporlu oyuncular, teknik ekipleri ve taraftarı.

Halbuki Galatasaray’ın eğer orta sahada oyunu sırtlayabilecek bir tanecik oyuncusu olursa neler olabileceği ligin ilk haftalarında çok güzel gösterilmişti. Hele şükür Elano çıktı sahneye. Hele şükür diyorum çünkü Elano’nun ceza sahasının içine girdiği ya da etrafında dolandığı her pozisyona yarım gol diyorum ben. Bu maçta da tam düşündüğüm ya da istediğim veya beklediğim pozisyonda oynadı. Fizik gücü de son iki maçta diğer maçlara göre çok çok iyiydi. Bununla birlikte 2-0 dan sonra maçın içine Kewell ve Keita’nın da girmesiyle bende seyir defterine yazılacak yazının sonu değişebilecek hissi uyandı. Tek düşüncem eğer ilk yarıda bir gol bulunabilirse ve Antalyasporlu futbolcular skoru koruma hissiyle geriye çekilirse maçın çevrileceği, en azından beraberliğin sağlanabileceğiydi ki maç tam bu şekilde gelişti.

İlk golde Harry çaktı olmadı, top kaleye girmeyeceğim diye inat etti ancak ne var ki Keita hay senin gibi topa diyip kalenin içine kadar soktu topu. Bu arada Keita’nın hakkını vermeden geçmeyeceğim. Maçın en iyisiydi, dönüştürücüsüydü, katalizörüydü. Oynayası vardı, dağıttı kendi tarafını. Karşısına bir adam koydu rakip heyet, hadi ordan dedi; yetmedi iki adam koydular, bu kadar mı der gibi bir havadaydı. Kısacası hem ben buyum dedi hem de Rijkaard’a da mesajını attı.

Maç 2-1 olduktan sonra ilk yarının bitmesine uzun denebilecek bir süre vardı ancak Galatasaray tempoyu yükseltemedi. Burada Arda’ya bir kaç kelam etmek lazım. Kaptanımız, seviyoruz ama günden güne daha da yavaş oynamaya başladı. Topu ayağını alıyor, bekliyor, sanki rakip defans bir yerine geçsin bizim oyunculara karşı pozisyonlarını alsınlar ondan sonra der gibiydi, artı zaman zaman anlamsız çalımlar yapmaya çalışıyor. Olmuyor, ileriye dönük oynayanlar arasında en sırıtan oyuncu. He kötü mü oynuyor, bir işe yaramıyor mu? Buna da hayır derim ama beklentilerin çok çok altında. Aslında bu eleştirileri yapmam da haksız geliyor. Neden mi hangi futbolcu var ki hep üst düzeyde olsun? Sezona diğer oyunculardan bir ay öncesinden başlayan bir oyuncu zirveye belli bir sürede ulaşır ve sonra düşemeye başlar. Arda’da da şu anda o düşüş var kanımca.

İlk yarı bittiğinde tek düşüncem ikinci yarının ilk 3-5 dakikalık bölümünün ne olacağı idi ki maç başladı Antalyasporlu oyuncular Galatasaraylıları geride karşılamaya başladılar gol kesin gelir dedim ama yiyebileceğimiz de aşikardı ki Galatasaray’ın ikinci golünden önce Antalyaspor’un kaçırdığı pozisyon döndü, Elano’dan işte sen busun dedirtecek gol geldi. Hem o kendine geldi hem de Galatasaraylıları kendine getirdi.

Diğer yandan Keitacan bu akşam çok iyi bir örnek oldu kendini en küçük bir darbede tutmada çekmede bırakanlara. Bazen bireysel direnç bile maçı kendi ekibine kazandırır. Keita’yı çektiler düşmedi tuttular düşmedi olmadı adam sırtına çıkmaya çalıştı devam etti Harry’ye güzel bir pas verdi Harry de gerekeni yaptı. Maç 3-2 oldu ama maçın bu şekilde biteceği de muallaktaydı, daha gol olacağı gibi bir oyun vardı. Antalyaspor golü bulabilirdi, Galatasaray farkı açabilirdi ama ikisi de olmadı maç bu skorla bitti.

Şimdi gelelim iki oyuncuya: Sedat Ağçay ve Yalçın Ayhan. Maç içinde iyi oynasınlar gol atsınlar coşsunlar coştursunlar eyvallah. Ama terbiyesiz ve sportmenliğe yakışmayacak bir şekilde hem hakemin hem de Galatasaraylı oyuncuların üzerine oynanmaz. Nasıl bir kuyruk acısıysa kendilerindeki her Galatasaray maçında hangi takımda olurlarsa olsunlar çirkinliklerle görüntülerde oluyorlar. Zaten ikisine hakem de dayanamadı belli bir müddet sonra kartlarını aldılar, rahatladılar. Biri Keita’yı diğeri de Kewell’ı sürekli tekmelerle durdurmaya çalıştı. Ama Allah büyük ki tutmaya çalıştıkları iki oyuncu bu gecenin parlayan yıldızlarıydı.

Zaten son maçlarda Kewell’a yapılan acayip sertlikler var. Hakemler de çoğu zaman bu sertliklere de göz yumuyor ya da göremiyorlar. Helal olsun o mülayim insanı da çıldırttılar en sonunda. Yazıya Cenky’nin teklifi ile son vereyim:

Kewell bu takıma başkan da olsun, t.d. de olsun, futbolcu da olsun, herşey olsun. O kadar ağır ve efendi ki Başkan desen sırıtmaz, takımını saha içinde yönetme eğilimini bu sezon daha çok gösteriyor ki teknik direktör olarak kenara koy sırıtmaz, sahanın içine girince ise öpüyorum onun alnından ne alnı her yanından :)))))

Evet maçı kazandık ama hiç pembe tabloya gerek yok. Geçen haftaki maçtan farklı bir şey yok. İki yüzlü bir Galatasaray var halen daha. Orta sahanın ileriye dönük kısmına geçince herşey güllük gülistanlık Avrupai bir takım, tam ters yönü düşününce çatladıkapıspor kadar gücü olmayan bir takım. Yani kısacası sıkıntılar hala devam ediyor. Kewell, Arda, Keita, Elano’nun birbirlerine bağlantılarını kesen her takıma karşı Galatasaray zorlanır ki bu akşam torbadan beklenmeyen bir isim çıktı, o da Elano’ydu. Çıktı bir daha da girmez inşallah…

Değişim Şart!

Kasım 29, 2009, 1:09 pm | Futbol, Galatasaray, ozhano, Sıkıntı, TSL kategorisinde yayınlandı | 6 Yorum
Türkiye’de futbol uleması çok. Herkes teknik direktör zaten. En iyisini muhakkak ki futbolcularla birlikte çalışan teknik ekip bilir ama artık bu kaleciden gına geldi. Galatasaray kalesi boş. Bunun herkes farkında ve her geçen gün bu olay daha da vahim bir hal almaya başladı. Bir maçı da kurtaramaz mı bir kaleci? Kaleyi bulan tehlikeli top 2-3 tane ise mutlaka biri gol oluyor. Bu nedenle Galatasaray kazandığı maçlarda muhakkak 2 ve üstü gol atmak zorunda. Leo bu belli oldu, ne artar ne azalır bundan sonra. Bu haliyle de Galatasaray’a ancak top toplayıcı olur. Kale arkasında gelen topların da yarısını elinde kaçırır. İddia ediyorum kaleye Aykut geçsin Ufuk geçsin bu ikisini geçtim paftaki Eray geçsin ancak bu kadar kötü oynayabilir. Bazıları hemen Volkan’ın dün akşam yaptığı hatayı gösterebilirler. Leo bu takımı 10-15 maç taşısın, 1 maçta Volkan’ın yaptığı hatayı 3 kere yapsın gıkım çıkmaz. Volkan bu sezon Fener’in ligde oynadığı maçların en az yarısına pozitif olarak imzasını attı. Ama bizimkinde öyle bir olay yok, her geleni alırım der gibi bir hali var Leo’nun.

Solda Hakan Balta içtiği sigaralardan mı neden bilemiyorum acaip şekilde performans düşüklüğü içerisinde. Artık çanlar onun için de çalmaya başladı. Belki de mevki itibari ile onu zorlayacak bir adamın olmaması, oyununu, konsantrasyonunu negatif yönde etkiledi.

Orta sahada defansif üç ön libero ile oynamak Galatasaray’ın ofansif oyununu çok fazla baltaladı. Topal-Sarp-Barış üçlüsünden birinin kesik yiyip yerine Linderoth’un monte edilmesi gerekiyor. Linderoth geçen iki maçta oynadı, Elano’dan beklediğim geriden rakip ceza sahası içine girip gol arama olayını gerçekleştirmeye çalıştı. Artı orta sahada hem pres hem de top kapma hem de pas yapma yetenekleri diğer mevkidaşlarına göre çok iyi. Bir de sağlıklı olabilse…

Artı birinin Elano’ya oynadığı dakikalarda ceza sahasının içine arada sırada girmesi gerektiğini hatırlatması gerek. Topu aldıktan sonra kısa ya da uzun bir pas atıyor, ondan sonra Yıldız Parkı’nda gezer gibi yavaş yavaş ilerliyor. Pası verdikten sonra ceza sahasına gireyim, girmeyi geçtim yakınlarında dolaşayım diye bir olayını hiç görmedim şimdiye kadar. Çok mu abartı olur bilmiyorum ama Elano şu anki haliyle Fenerbahçe’nin Maldonado’sunun biraz daha uzun mesafeli pas atanı. Bu adam İngiltere Premier Liginde nasıl 20-25 gol attı çözemiyorum. Gol atmak için kaleye yakın olmak gerekir. Bu adam oynadığı dakikalarda rakip yarı alanına bile Bismillah diyip geçiyor. Anlamsız birşeyler var. Belki de teknik kadro böyle istiyordur ama sanmıyorum.

Forvette ise çok alternatifimiz yok ama şu Özgürcan kalsaydı iyi olurdu diye düşünmüyor değilim. İyi bir alternatif olabilirdi.
Arda mı? Onu medya, yönetim, taraftar el birliğiyle bitirdik. Hayırlı olsun…

>Değişim Şart!

Kasım 29, 2009, 1:09 pm | Futbol, Galatasaray, ozhano, Sıkıntı, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>

Türkiye’de futbol uleması çok. Herkes teknik direktör zaten. En iyisini muhakkak ki futbolcularla birlikte çalışan teknik ekip bilir ama artık bu kaleciden gına geldi. Galatasaray kalesi boş. Bunun herkes farkında ve her geçen gün bu olay daha da vahim bir hal almaya başladı. Bir maçı da kurtaramaz mı bir kaleci? Kaleyi bulan tehlikeli top 2-3 tane ise mutlaka biri gol oluyor. Bu nedenle Galatasaray kazandığı maçlarda muhakkak 2 ve üstü gol atmak zorunda. Leo bu belli oldu, ne artar ne azalır bundan sonra. Bu haliyle de Galatasaray’a ancak top toplayıcı olur. Kale arkasında gelen topların da yarısını elinde kaçırır. İddia ediyorum kaleye Aykut geçsin Ufuk geçsin bu ikisini geçtim paftaki Eray geçsin ancak bu kadar kötü oynayabilir. Bazıları hemen Volkan’ın dün akşam yaptığı hatayı gösterebilirler. Leo bu takımı 10-15 maç taşısın, 1 maçta Volkan’ın yaptığı hatayı 3 kere yapsın gıkım çıkmaz. Volkan bu sezon Fener’in ligde oynadığı maçların en az yarısına pozitif olarak imzasını attı. Ama bizimkinde öyle bir olay yok, her geleni alırım der gibi bir hali var Leo’nun.

Solda Hakan Balta içtiği sigaralardan mı neden bilemiyorum acaip şekilde performans düşüklüğü içerisinde. Artık çanlar onun için de çalmaya başladı. Belki de mevki itibari ile onu zorlayacak bir adamın olmaması, oyununu, konsantrasyonunu negatif yönde etkiledi.

Orta sahada defansif üç ön libero ile oynamak Galatasaray’ın ofansif oyununu çok fazla baltaladı. Topal-Sarp-Barış üçlüsünden birinin kesik yiyip yerine Linderoth’un monte edilmesi gerekiyor. Linderoth geçen iki maçta oynadı, Elano’dan beklediğim geriden rakip ceza sahası içine girip gol arama olayını gerçekleştirmeye çalıştı. Artı orta sahada hem pres hem de top kapma hem de pas yapma yetenekleri diğer mevkidaşlarına göre çok iyi. Bir de sağlıklı olabilse…

Artı birinin Elano’ya oynadığı dakikalarda ceza sahasının içine arada sırada girmesi gerektiğini hatırlatması gerek. Topu aldıktan sonra kısa ya da uzun bir pas atıyor, ondan sonra Yıldız Parkı’nda gezer gibi yavaş yavaş ilerliyor. Pası verdikten sonra ceza sahasına gireyim, girmeyi geçtim yakınlarında dolaşayım diye bir olayını hiç görmedim şimdiye kadar. Çok mu abartı olur bilmiyorum ama Elano şu anki haliyle Fenerbahçe’nin Maldonado’sunun biraz daha uzun mesafeli pas atanı. Bu adam İngiltere Premier Liginde nasıl 20-25 gol attı çözemiyorum. Gol atmak için kaleye yakın olmak gerekir. Bu adam oynadığı dakikalarda rakip yarı alanına bile Bismillah diyip geçiyor. Anlamsız birşeyler var. Belki de teknik kadro böyle istiyordur ama sanmıyorum.

Forvette ise çok alternatifimiz yok ama şu Özgürcan kalsaydı iyi olurdu diye düşünmüyor değilim. İyi bir alternatif olabilirdi.
Arda mı? Onu medya, yönetim, taraftar el birliğiyle bitirdik. Hayırlı olsun…

Hakan Arıkan’la İlgili Varsayımlar

Kasım 7, 2009, 10:22 pm | Beşiktaş, Futbol, ozhano, Trabzonspor, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

Trabzonspor 0-2 Beşiktaş

Bir kaleci takımını nasıl ipten alır, ölü bir takıma nasıl üç puan kazandırır ve takımı için ne kadar önemlidir bu akşam bir kere daha belli oldu. Hakan Arıkan tabiki kötü bir kaleci değil, zaman zaman, bu akşamki kadar olmasa da, maçlarda isminden olumlu yönde bahsettiriyordu ama bu akşam bir farklıydı. Cüneyt Arkın’ın koskoca Bizans ordusunu tek başına alt etmesine benziyordu performansı. Peki ne oldu da Hakan Arıkan bu maçta bu kadar muhteşem bir performans sergiledi? Bununla ilgili bazı varsayımlar:

1. Kedi yutmuş olabilir.
2. İçine Buffon’un ruhu girmiş olabilir.
3. Mübarek bir insana kendini okutmuş üfletmiş olabilir.
4. Koruduğu kaleyi okuyup üflemiş olabilir.
5. Trabzonsporlu futbolcuların ayaklarını bağlama büyüsü yapmış olabilir.
6. Bu akşam tüm sezonun şans kotasını bir anda doldurmuş olabilir.
7. Hakan Arıkan topa bir mekanizma, bir mıknatıs vs. eklemiş ve tüm vuruşlar onun eldivenlerinde son bulmuş olabilir.

Aklıma Hakan Arıkan’ın bu akşamki performansıyla ilgili nedenler açısından ilk gelenler bunlar. Açıkçası aklıma gelenlerin çoğunda hep yukarıdan bir elin Hakan Arıkan’a yardım ettiği şeklinde. Tekrar edeyim Hakan Arıkan kesinlikle kötü bir kaleci ama çok kötü maçlarda takımının kalesini koruduğu ve o maçların skorlarının hep onun üzerine yapışması yüzünden güvenilmez bir kaleci durumundaydı. Ama şu maçta, eğer gerçek performansı bu ise, kendisini bir kere daha ispat etti. Tebrikler kendisine.
Bu arada maçta Beşiktaş açısından 4 adam vardı: Hakan, Ferrari, Ernst ve İsmail. Gerisi idare heyeti idi. Hele Yusuf’un maçın bitmesine 5 dakika kala ki görüntüsü kalp krizinin ilk emarelerini yaşayan bir insanın haline benziyordu. Diğer yandan Trabzonspor’da ise herkes vardı ama bir tek kişi yoktu: Gökhan Ünal.

>Hakan Arıkan’la İlgili Varsayımlar

Kasım 7, 2009, 10:22 pm | Beşiktaş, Futbol, ozhano, Trabzonspor, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>Trabzonspor 0-2 Beşiktaş

Bir kaleci takımını nasıl ipten alır, ölü bir takıma nasıl üç puan kazandırır ve takımı için ne kadar önemlidir bu akşam bir kere daha belli oldu. Hakan Arıkan tabiki kötü bir kaleci değil, zaman zaman, bu akşamki kadar olmasa da, maçlarda isminden olumlu yönde bahsettiriyordu ama bu akşam bir farklıydı. Cüneyt Arkın’ın koskoca Bizans ordusunu tek başına alt etmesine benziyordu performansı. Peki ne oldu da Hakan Arıkan bu maçta bu kadar muhteşem bir performans sergiledi? Bununla ilgili bazı varsayımlar:

1. Kedi yutmuş olabilir.
2. İçine Buffon’un ruhu girmiş olabilir.
3. Mübarek bir insana kendini okutmuş üfletmiş olabilir.
4. Koruduğu kaleyi okuyup üflemiş olabilir.
5. Trabzonsporlu futbolcuların ayaklarını bağlama büyüsü yapmış olabilir.
6. Bu akşam tüm sezonun şans kotasını bir anda doldurmuş olabilir.
7. Hakan Arıkan topa bir mekanizma, bir mıknatıs vs. eklemiş ve tüm vuruşlar onun eldivenlerinde son bulmuş olabilir.

Aklıma Hakan Arıkan’ın bu akşamki performansıyla ilgili nedenler açısından ilk gelenler bunlar. Açıkçası aklıma gelenlerin çoğunda hep yukarıdan bir elin Hakan Arıkan’a yardım ettiği şeklinde. Tekrar edeyim Hakan Arıkan kesinlikle kötü bir kaleci ama çok kötü maçlarda takımının kalesini koruduğu ve o maçların skorlarının hep onun üzerine yapışması yüzünden güvenilmez bir kaleci durumundaydı. Ama şu maçta, eğer gerçek performansı bu ise, kendisini bir kere daha ispat etti. Tebrikler kendisine.
Bu arada maçta Beşiktaş açısından 4 adam vardı: Hakan, Ferrari, Ernst ve İsmail. Gerisi idare heyeti idi. Hele Yusuf’un maçın bitmesine 5 dakika kala ki görüntüsü kalp krizinin ilk emarelerini yaşayan bir insanın haline benziyordu. Diğer yandan Trabzonspor’da ise herkes vardı ama bir tek kişi yoktu: Gökhan Ünal.

>Bu Lige Yakışmayan Hoca- Muhsin Ertuğral

Kasım 2, 2009, 12:22 am | Futbol, ozhano, sivasspor, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>

Maçta oyuncularının itirazlarını ”Çirkin” olarak nitelendiren Ertuğral, şöyle devam etti:

”Hakemi eleştirecek bir nokta yok. O da haklıydı, çünkü 2. golden önceki pozisyonda kalecimiz topu elinde çok uzun süre tuttu. Karardan sonra herkes hakeme doğru koştu. Çok duygusal yaklaşıyoruz. Bu çirkin sahnelerin Türk futbolundan çıkması lazım. Bundan sonra bizim takımda olmayacak. Biraz kendimize bakalım, çıkıp top oynayalım.”

Üç beş maç sonra o da bize benzeyecek ama şu açıklamanın zevkini mutluluğunu yaşayıp teşekkürünü Muhsin Hocaya iletmek lazım. Düşününce başlığı şöyle değiştirsek daha mantıklı olur: Bu Hocaya Yakışmayan Lig-Turkcell Super Lig

Bu Lige Yakışmayan Hoca- Muhsin Ertuğral

Kasım 2, 2009, 12:22 am | Futbol, ozhano, sivasspor, TSL kategorisinde yayınlandı | 3 Yorum
Maçta oyuncularının itirazlarını ”Çirkin” olarak nitelendiren Ertuğral, şöyle devam etti:

”Hakemi eleştirecek bir nokta yok. O da haklıydı, çünkü 2. golden önceki pozisyonda kalecimiz topu elinde çok uzun süre tuttu. Karardan sonra herkes hakeme doğru koştu. Çok duygusal yaklaşıyoruz. Bu çirkin sahnelerin Türk futbolundan çıkması lazım. Bundan sonra bizim takımda olmayacak. Biraz kendimize bakalım, çıkıp top oynayalım.”

Üç beş maç sonra o da bize benzeyecek ama şu açıklamanın zevkini mutluluğunu yaşayıp teşekkürünü Muhsin Hocaya iletmek lazım. Düşününce başlığı şöyle değiştirsek daha mantıklı olur: Bu Hocaya Yakışmayan Lig-Turkcell Super Lig

Hep Böyle Kal (Barış Özbek)

Kasım 1, 2009, 11:39 pm | Futbol, Galatasaray, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | 2 Yorum
Galatasaray 2-0 Sivasspor

Maçın yorumu önemli değil Galatasaray’ın kazanacağı belliydi ama Barış’a bir iki laf etmek lazım. Oynadığı mevki itibari ile o bölgede çalım yapmaya kalkışması, topu kaybettiği anda intihar gibi birşey. Geçen sezon da bu sezon içinde takımda yer aldığı maçlarda da en büyük hatası kazandığı toplarda ya da kendisine verilen paslarda çalım ile orta sahayı katetme çabası idi ki kendisi de hatasının farkında olduğu için bunu deklare etti. Rijkaard onu kenarda inatla uzun bir zamandır bekletti. Nihayet aranan Barış Sivas’a karşı ortaya çıktı kendini buldu. Sivas maçında orta sahada hem sağa hem sola, hem ileri hem geri rakiple savaştı çok top kazandı ama bir fark vardı: Kazandığı pozisyonlarda çalım olayına hiç girmedi.
Aynı performansı beklemek hayalcilik olur ama mücadele kıyaslamasına girilirse Suat-Emre-Okan üçlüsü ile Barış-Sarp-Topal üçlüsünü karşılaştırmak hata olur mu olmaz mı bilmiyorum ama bana göre bu üçlü Galatasaray’ın orta sahada baskı timi olmalı. Topu oyuna sokma açısından UEFA Kupası’nı kazanan kadronun orta sahasına yaklaşması çok zor. Ama top rakipteyken orta sahada baskı uygulamak amaçsa bu üçlü çok işe yarar. Ayhan’dan bu baskıyı yapmasını beklemek çok zor. O daha çok topu oyuna sokmadaki becerileri ile ön plana çıkıyordu ama son 1 aydır yaptığı hatalar neticesinde formasını kaybetti.

>Hep Böyle Kal (Barış Özbek)

Kasım 1, 2009, 11:39 pm | Futbol, Galatasaray, ozhano, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>

Galatasaray 2-0 Sivasspor

Maçın yorumu önemli değil Galatasaray’ın kazanacağı belliydi ama Barış’a bir iki laf etmek lazım. Oynadığı mevki itibari ile o bölgede çalım yapmaya kalkışması, topu kaybettiği anda intihar gibi birşey. Geçen sezon da bu sezon içinde takımda yer aldığı maçlarda da en büyük hatası kazandığı toplarda ya da kendisine verilen paslarda çalım ile orta sahayı katetme çabası idi ki kendisi de hatasının farkında olduğu için bunu deklare etti. Rijkaard onu kenarda inatla uzun bir zamandır bekletti. Nihayet aranan Barış Sivas’a karşı ortaya çıktı kendini buldu. Sivas maçında orta sahada hem sağa hem sola, hem ileri hem geri rakiple savaştı çok top kazandı ama bir fark vardı: Kazandığı pozisyonlarda çalım olayına hiç girmedi.
Aynı performansı beklemek hayalcilik olur ama mücadele kıyaslamasına girilirse Suat-Emre-Okan üçlüsü ile Barış-Sarp-Topal üçlüsünü karşılaştırmak hata olur mu olmaz mı bilmiyorum ama bana göre bu üçlü Galatasaray’ın orta sahada baskı timi olmalı. Topu oyuna sokma açısından UEFA Kupası’nı kazanan kadronun orta sahasına yaklaşması çok zor. Ama top rakipteyken orta sahada baskı uygulamak amaçsa bu üçlü çok işe yarar. Ayhan’dan bu baskıyı yapmasını beklemek çok zor. O daha çok topu oyuna sokmadaki becerileri ile ön plana çıkıyordu ama son 1 aydır yaptığı hatalar neticesinde formasını kaybetti.

>Madem Oynatmayacaktınız Niye Aldınız?

Kasım 1, 2009, 5:00 pm | Ankaragücü, Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>Başlıktaki soruyu tekrarlayalım. Sayın Ankaragücü Yöneticileri madem oynayatmayacaktınız niye aldınız bu adamı, sansasyonel karşılamalar yaptınız, Ankara’yı ayağa kaldırdınız? Bunların hepsi Hikmet Karaman egosunu tatmin etsin diye miydi? Yoksa yarın öbür gün “Bak nasıl bitirdik İngiliz’in evladını, hep onlar mı bizim çocukları harcayacak” diyeceksiniz arkadaş. Yazıklar olsun bu anlayışa, bu bakış açısına. Vassell’in Türkiye’de olduğunu unutan spor medyasının büyük kesimine de hela olsun!

Madem Oynatmayacaktınız Niye Aldınız?

Kasım 1, 2009, 5:00 pm | Ankaragücü, Futbol, TSL kategorisinde yayınlandı | 3 Yorum

Başlıktaki soruyu tekrarlayalım. Sayın Ankaragücü Yöneticileri madem oynayatmayacaktınız niye aldınız bu adamı, sansasyonel karşılamalar yaptınız, Ankara’yı ayağa kaldırdınız? Bunların hepsi Hikmet Karaman egosunu tatmin etsin diye miydi? Yoksa yarın öbür gün “Bak nasıl bitirdik İngiliz’in evladını, hep onlar mı bizim çocukları harcayacak” diyeceksiniz arkadaş. Yazıklar olsun bu anlayışa, bu bakış açısına. Vassell’in Türkiye’de olduğunu unutan spor medyasının büyük kesimine de hela olsun!

James Troisi

Ekim 24, 2009, 1:03 pm | Futbol, Kayserispor, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

Üzerine bu kadar kavgalar edilen, transferi yılan hikayesine dönen, uğrunda ilişkiler zedelenen James Troisi bu muymuş Allah aşkına! Bu sezon Trabzon maçıyla birlikte 7 maçta oynamış, 3’ünde oyundan alınmış, sadece bir 90 dakikayı tamamlayabilmiş, 3 kez de sonradan oyuna dahil olmuş ve nasıl olduysa bir de asist yapmış bu maçlarda İtalyan vatandaşı da olan Avustralyalı yıldız (!) oyuncu. 3. kez bir maçta uzun süreli izleme fırsatı buldum Troisi’yi ve gördüğüm yine düz bir oyuncu oldu. Toplara çok iyi vurduğu, hücum organizasyonlarda çok başarılı oldğu söyleniyor 2 senedir de bir türlü göremedik bunu. Dün gece neredeyse ayağına aldığı her topu ezdi Avustralyalı. Tamam yaşı genç, 88 doğumlu, Newcastele United tecrübesi var belki ama Troisi gibi çok adam var Türkiye’de. Yazık değil mi formasını, yerini kaptığı gençlere. Belki bir TFF 1.Lig takımına koysan katkı yapar ama TSL için gareksiz harcama Troisi. Olembe de o da Kayserispor’a yakışmıyorlar.

>James Troisi

Ekim 24, 2009, 1:03 pm | Futbol, Kayserispor, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>Üzerine bu kadar kavgalar edilen, transferi yılan hikayesine dönen, uğrunda ilişkiler zedelenen James Troisi bu muymuş Allah aşkına! Bu sezon Trabzon maçıyla birlikte 7 maçta oynamış, 3’ünde oyundan alınmış, sadece bir 90 dakikayı tamamlayabilmiş, 3 kez de sonradan oyuna dahil olmuş ve nasıl olduysa bir de asist yapmış bu maçlarda İtalyan vatandaşı da olan Avustralyalı yıldız (!) oyuncu. 3. kez bir maçta uzun süreli izleme fırsatı buldum Troisi’yi ve gördüğüm yine düz bir oyuncu oldu. Toplara çok iyi vurduğu, hücum organizasyonlarda çok başarılı oldğu söyleniyor 2 senedir de bir türlü göremedik bunu. Dün gece neredeyse ayağına aldığı her topu ezdi Avustralyalı. Tamam yaşı genç, 88 doğumlu, Newcastele United tecrübesi var belki ama Troisi gibi çok adam var Türkiye’de. Yazık değil mi formasını, yerini kaptığı gençlere. Belki bir TFF 1.Lig takımına koysan katkı yapar ama TSL için gareksiz harcama Troisi. Olembe de o da Kayserispor’a yakışmıyorlar.

>Baytar

Ekim 24, 2009, 11:00 am | Futbol, Trabzonspor, TSL kategorisinde yayınlandı | Yorum bırakın

>Daha önce transferini yazdığımızda sabır dilemiştik Trabzonlular’a. Cidden bu adamla işleri çok zor. Gittiği her takımda huzursuzluk çıkardı Baytar. Defalarca kez kadro dışı bırakıldı, hocasıyla tartıştı, arkadaşlarıyla saha içinde kavga etti, rakiple dalaştı. Aman çok yetenekli, şöyle böyle diye şişirildikçe kendini çok büyük futbolcu zannetmeye devam etti. Geçen haftaki GS maçında hiç bir şey oynamadığını, ondan önceki haftalarda hep saman alevi gibi bir parlayıp bir söndüğünü gördük Baytar’ın. Broos’un elinde çok fazla seçenek olmadığı ve Baytar da savunma yapar gibi gösterdiği için kendini hep Alanzinho ya da 2. forvete tercih etti Belçikalı onu.

Ama dün akşam gerçek Baytar’ı bir kez daha gördük, Trabzon adına üzüldük. Broos’un kılıç keskinliğindeki neşterini yerken henüz maçın ilk devresinde yüzünde okuduklarım az sonra patlar bu adama delalet ediyordu. Taraftar da bir türlü ısınamamış Baytar’a belli ki çok ciddi protesto ettiler oyundan çıkarken onu. Kulübeye bile uğramadan soyunma odasına giderken de protestolar devam edince beklediğimiz gibi Baytar çıldırdı ve taraftarı alkışlamaya başladı ama onlara hakaret edercesine. Sonra aldı formasını öptü, sanki ben hepinizden daha çok Trabzonluyum der gibiydi. Öyle bir yüz ifadesi vardı ki sanki aralarına dalsa tekme tokat dövecek bütün taraftarı. Ama Baytar bir dur Allah aşkına. Sen daha kimsin, nesin? Dünkü çocuksun, yeni transfersin bu şehirde. Bu takım için daha ne yaptın ki taraftara posta koyuyorsun. Sen geçip gidersin o formadan ama o taraftar baki kalır. Trabzonspor senin değil onların takımı. Önce taraftarına, şehrine saygıyı öğren ondan sonra öp formanı. Önce takımına katkı ver, kademe atlat ondan sonra tepki gösterecek hakkı bul kendinde!

Trabzonspor seyircisi için sanırım Baytar bitmiştir. Broos da artık onu pek düşünmeyecektir kadroda en azından devre arasına kadar. Bu fırsattır Baytar’a düşünmesi için, sormalı artık kendine “Ben nerede yanlış yapıyorum?” diye. Baytar’lı Trabzonspor’a sabırlar diliyorum.

Fotoğraf: Hürriyet

Sonraki Sayfa »

WordPress.com'da Blog Oluşturun.
Entries ve yorumlar feeds.